Ayşe Sevim’in ikinci şiir kitabı İşlenmemiş Suç, Ekim 2013’te (Merdiven yay.) okurla buluştu. Kitap 33 şiirden oluşuyor. Şiirlerin geneli
bir sayfayı aşmayan hacimde “minor poetry” diye adlandırabileceğimiz bir
yapıda. Şiirlerin isimleri de genellikle tek kelimeden oluşuyor.
Evden dünyaya, içeriden dışarıya doğru bir şiir yazıyor Ayşe
Sevim. Evin tekdüze alışkanlıklarından bunaldıkça masalsı bir dünyanın içine
dalarak orada nefes alan bir kadın&anne gibi.
Louise A. Hitchcock, Helene Cixous hakkında “Yazmak ona bir “sözcükler ülkesi”, evden
uzakta bir ev yaratma imkânı sunar”* der; aynı cümleyi Ayşe Sevim için
kurabiliyoruz. İlk bakışta görünmeyen dünyanın ardını görebileceksek eğer, Ayşe
Sevim bize onu çağırmaktadır.
Sevim şiirinde ikamet eden unsurlar belirttiğimiz gibi içten
dışa imge üretimi ile çeşitleniyor. Kurduğu anlam bağlantıları gerçeklik
duygusundan uzaklaşıyor ama karmaşa ve kaostan uzak bir dili var. Ve sıklıkla
masalsı düzlemini güncel öğelerle tamamlayan şairin öznesi her şeyi nesneye
dönüştürebiliyor:
Hem üç poşet çocuk
sesi almıştım bakkaldan (mutlu son, s.20)
O gün sevgilim bir aşk
gibi siyahtın (fotoğraftaki mezar, s.48)
Salonun ortası kocaman
bir yara izi (işlenmemiş suç, s.50)
Sanatta gerçekçiliğin esas alındığı Hegelyen görüş ile Ece
Ayhan’ın kurgusallığı şart koşan bakışı arasında Ayşe Sevim kurgusalın yanında.
Ürettiği şiir gerçeğin anlamını yırtıp altından çıkan parçayı malzeme yaparak
kuruluyor. Şiirinin dilini radikal biçimde gündelik dilden ayırıyor. Belirli
konuşma biçimleri kullanmıyor. Kendi hakikatini dile getirirken özgürlüğünü ön
plana alıyor.
Özne-nesne arasındaki ilişkide “ben” sürekli yeniden
üretiliyor İşlenmemiş Suç’ta. Aynı
zamanda nesneleri de imge ile gerçeklik arasında bir yerde yeniden adlandırma
göze çarpıyor. Dilin şiirsel imkânlarıyla, gerçeklik algısını belirli
sınırlardan kurtarıp şiirde gerçeğe dair çokboyutluluk katılıyor.
İmge ile gerçek arasındaki ilişkisi icatlar üzerinden
yürüyor Sevim’in. İcatlar, Derrida’nın deyimiyle biraz şansla biraz
araştırmayla üretilen şeylerdir.**
Bir kedi hop deyip
atlamıştı ruhumuza
Matematik defterleri
gibi kare kare miyavlıyordu (böcek
ilacı, s.30)
Ağrı kesici
tabletinden bir hadis çıkarıp çayla içtik
(böcek ilacı, s.31)
Bu mısralardaki imge, kurgusallık maddi dünyamıza hızla
sokuluvermiş bir etkiye, anlamsal zenginliğe
sahip. Bizim için ulaşılabilir olan şiirde gerçeğin temsili yerine geçen
imgeler… Ayşe Sevim şiirini bütünüyle bu
gözle okuyabiliriz.
Şiirde yeniden tanımladığı haliyle şair artık dizginlenip
biçimlendirilmiş bir benliğe de işaret ediyor.
Hürriyet, İsyan gibi kelimeler
geçmişin içinde kalıvermiştir artık.
Kayıtsız kalamadığı şeyler, şiirinin amacını besliyormuş gibidir. Hayati
talepler, zorunluluklar, aşırılıklar şairin kendince bir düzeye yerleştirdiği
biçimiyle yeniden şekil alıyor. Hür
adlı şiirinde (s.37)bir tür biyografik hesaplaşma, maruz kalınan, dayatılan
yaşamsal kalıplara teslim olma vurgusu var:
halbuki ben otuzumdan
önce
dünyanın üzerine sprey
boyayla “isyan” yazacaktım
…
sonra bir şey oldu
kırışık giderici
kremleri hayatıma sürüp
dümdüz bir yaşamı sımsıkı
giydirdiler
emniyet kemerleriyle
boğmaya çalıştılar beni
bağırdım
ocağın altını kısar
gibi sesime dokundular
…
işkence izlerime bak:
taksitler ve krem rengi koltuk takımı
Dizginlenip biçimlendirilen ben’in isyan duygusundan
çözülüşünün şiirinde aşılmış ve sonra yeniden içine düşülmüş bir düşünce gibi
umutsuzluk, insani korkularla bütünleşmiş tedirginlik ve pes etme görüyoruz.
Modern hayat kazanır ve şair kaybının farkındadır.
Ayşe Sevim’in aslında çözümsüzlükten, güçsüz kalmaktan
şikâyet etmeyen, bunları kabullenen bir şiiri var. Alışılagelmiş olanla
hesaplaşmasını dervişane yapıyor. Yaşanılan her şeye karşı belli bir anlam ve
hakikat arayışı içinde olmayı bırakmıyor. Sloganlar yok, daha derine ait bir
güven içinde edilmiş sözler var:
ben bilmiyor muyum
gidecek başka Allah yok (ayraç, s.47)
halbuki sevgili
savaşta vurulduğunda
yanına gelen Tanrı
değil mi? (sözlük, s.45)
Sevim, şiirlerinde bomba, gam, depresan, siyah güneş, özür
gibi isimler kullanırken yüzü hiç karartmayan şiirsel içerik mevcut. Yazmaya
başlarken içinde biriken, yığılmış olay, karakter ve olağanüstülükler şiirde
silinmemek için var olmuş gibi. Başkalarının buzlu cam arkasından seyrettiği şeyleri,
donuk ve insana uzak ne varsa atmosfer değişikliğine sokuyor sanki.
başörtülü kıza
filmlerdeki Türkçe
altyazılar gibi yaşamadığı için
ertesi güne giden
otobüste de yer vermediler
…
başörtülü kızsa –ne
yapsın- ürettiği fikirleri
mutfak çekmecesindeki
bıçakların yanına dizdi
keki çırparken
kabartma tozunu bulamayınca
iki A4’lük cv’sini
ekledi (cv, s.59)
Cv şiiri bir devrin; yaşamın merkezinden itilmiş, iş ve
eğitim hakkından mahrum edilmiş başörtülü kızına yazılmıştır. Başörtüsü
sebebiyle hor görülen kadınların şiiri azdır. Başörtülü kadının yeniden hayata
karışmasını memnuniyetle karşıladığımız bu günlerde, o yasaklı günlerin bedelini
ödemiş kadınların kullanılmasına izin verilmeyen cv’lerini hatırlamak, tarihsel
hafızayı canlı tutmak adına da güzeldir.
Ayşe Sevim şiirinin kederi, kendini kurban edişi, özür
dilemeyi bilişi, iyi, sade ve basit olanı yüceltişi, adım atmaya yüksünmeyişi,
ihtimallere karşı ümidini hiç yitirmeyişi, karanlık çağa aydınlık masallar anlatır.
Yüksek Doz (s.34) şiiri tam da böyle
biter:
dilenciyle dua eden
aynı şekilde açıyor ellerini sevgilim
“dümdüz olmayı dileyen
bir dağ” hastalığı varmış bende meğer
* Kuramlar ve kuramcılar, Louise A. Hitchcock, s.168,
İletişim yay. 2013
** Edebiyat edimleri, J. Derrida, s.78, Otonom
yay(Bu yazı Hece dergisinde yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder