11 Şubat 2016 Perşembe

KİMSE OKUYARAK YORULMAK İSTEMİYOR ARTIK/ Aşkar Dergisi 36*

*Aşkar Dergisi 36. sayıda  şair Hüseyin Karacalar'ın sorularını cevapladım. Kendisine yeniden teşekkürlerimi gönderiyorum.


- Merhaba Zeynep, öncelikle ikinci şiir kitabın “Orada Merhamet Varmış” hayırlı olsun. “Balkondan Sivas’a selam” ilk mısra.  Bizde Sivas’tan Türkiye’ye seslenen Aşkar Dergisi olarak “Aleyküm Selam” diyerek söyleşimize başlıyoruz.

Evet Hüseyin, az değil Sivas ile altı yıl komşuluk ettim. O soğuk kış günlerinin bahar gelir gelmez balkona çağıran etkisini sen de bilirsin. Şimdi düşündüm de bir tür balkon konuşması gibi duruyor, aslında sağlam bir yalnızlığın tesellisi. Şimdi de Kocaeli’den çok Selam ediyorum…

- Kitabın ilk şiiri üzerinden iki soru sormak istiyorum.  “Foxtrot” un bir denizcilik terimi olduğunu dipnottan öğreniyoruz. “hareket edemiyorum benimle irtibat kurun” anlamına gelen bir terim.  Bu sinyalin okuyucuya olduğunu düşünürsek bir şair olarak okurdan nasıl bir beklentimiz olmalı? Okur var mı? Bir beklentimiz olmalı mı? Madem okur şairleri, yazarları sorguluyor bizde ilk sorumuzla okuru ve durumunu konuşalım.

Okurun benimle ne tür bir irtibat kuracağını seçmek isterdim. Fakat seçemiyorum. Şiirimi okuyan herkes bir şekilde kendinden haberdar olmuş oluyor. Şairin hareketsizliği orada etkili bir imge ama yanıltıcı. Çünkü dil en güçlü hareket alanı şairin. Ben bir oyun kurucuyum. Okur da oyunuma isterse, anlarsa katılır. Okur, kendi birikimi üzerine bir şeyler koyarak şiire yaklaşıyor. Ne kadar çok kitap, ne kadar çok şiir okursa yeni bir şiire o kadar iyi yaklaşacaktır. Ben okurumu yormak isterdim. Açıkçası kimse okuyarak yorulmak istemiyor artık.
 
 
 
- Yine “Foxtrot” şiirinde taşradan hayata giden akan bir yolculuk var. Taşradan sesleniş, içinizde çoğalan bir özlem ve taşrayı bir gözlem.  Şairin yaşadığı yerin şiirine ne gibi katkısı olur, sizi nasıl besler mekanlar?
Taşrada hissettiğim yalnızlık beni nereye sürükledi, şimdi sadece bununla ilgileniyorum. Şair resti çekip giderken dünya arkasında dursun istermiş. Cöntürk öyle yorumluyor Uyar’ı. Ben de bir rest ile gittim Anadolu’ya. Dünya arkamdan gelmedi ama.
Orada yazdığım şiirimde uyanıp kendime sarılmaktan bahsediyordum, güvercinlerle konuşmaktan, bize sarılmayı öğreten şeyi keşfediyordum. Bazı konuları döne döne anlatmayı çok seviyordum. Orası tekrarlar demekti. Tekrarlar  beni korkutur, yabancılaştırır. Kendimi tekrar etme korkusundan da bahsediyorum. Tokat’ın bir köyündeyken şiirsel bir gerilim hissetmiyordum pek. Oysa çok gergindim. Şimdi İzmit çok kalabalık ve gerilimli fakat şiirimde bir durulma hissediyorum. Zihnen hazır olduğumuz durum bizi gelip bulduğunda şiir olacak sanıyoruz. Oysa şiir gelip bizi buluyor ve zihnimiz onu bazı çarpışmalar halinde, bazı şimşek çakışları, bazı flaşlar şeklinde “anladığını” sanıyor. Hiçbir zaman, hiçbir şeye dış etkenler bizi hazırlamıyor. Bizi zihnimiz hazırlıyor; eğer bilgi ve tecrübeyi de yabana atmazsak içimizi büyüten, genişleten, bakışımızı değiştiren şey içeriden dışarıya bakmayı öğrenmek aslında.
 
-  İkrar 2006 yılında çıktı ve zaman içerisinde 3. Baskını yaparak kitap raflarında yerini aldı. Orada Merhamet varmış ise Mayıs 2015’te basıldı. 9 yıllık bir ara gibi görünüyor kitap bekleyenler için. Oysa bu süre zarfında dergileri takip edenler bu boşluğu çok hissetmedi en azından ben öyle hissetmedim. Dergilerde şiirleriniz yayımlandı ve Zeynep Arkan şiiri kendini gösterdi. Yani bir boşluk olduğunu siz hissettiniz mi? Kitap olmadan bir şairi takip etmek bu kadar güç mü?
Benim hissettiğim boşluklar hayatın hınca hınç dolduğu yerlere aitti. Şiirin şairi bir karar aşamasına getirip bırakması var ya hani. Baş dönmesi, uçurum.  Yaşamak niye uçurum olsun ki değil mi? Bunun cevabını şiirle haşır neşir olan herkes bilir.
Kitabım olmadan da çok yakından takip edildiğimi gördüm, yayımladığım şiirlerin yankısı bana daima dönmüştür. Bunun ne çok kitap veya şiir yayınlamakla ilgisi var, ne de ortada olmakla. Sadece şiir yazmakla ilgili.
 
 
- Şiirde değişmekten korkmadığınızı söylüyorsunuz. Değişimi ve gelişimi bizzat şiir üzerinden yürütmek bir poetik hamle olarak mı görüyorsunuz? Yazdığım bu teknikte artık bana yer yok değişmem gerek dediğiniz oldu mu? Yani bir eşik sorunu yaşadınız mı?
Şiirde değişmekten korkmuyorum, çünkü sürekli değişiyorum. İkrar’a isim düşünürken İkrar’ın “sözü sakınmadan, apaçık söylemek” manası beni çok etkilemişti. Şiirlerimi tanımladığını düşünmüştüm. Apaçık haykırdığım sözler daha sonra sıkça edilen dualara dönüştü, kabul edilen veya reddedilen dileklere dönüştü, kırıldıkça susan bir kalbe dönüştü, dövüşe dövüşe varılmayan bir cennete dönüştü. Bunu poetik bir hamle olarak görürsem işin içine bir bilinç katmış olurum. Böyle bir bilinç içinde olmak istemiyorum.
- Bir poetik kuram ve çevre içinde kendinizi konumlandığınız bir yer var mı? Bireysel misiniz?
Tamamen bireyselim. Şiir yayımladığım dönem itibariyle 2000 kuşağı genel olarak böyle bir tıynet gösterdi. Göstermeyenler de oldu.
- Bir söyleşinizde ‘aradan geçen yıllarda merhamet kelimesini öne çıkaran bir bakış açısı kazandım’ diyorsunuz. Okurlar merhamet kısmına oldukça yoğunlaşmış durumda. Ben ise “Orada”yı merak ediyorum. “Orası” neresi biraz anlatır mısınız?
Bu soruyu çok sevdim, çünkü merhamet kadar “orada”dan da bahsetmek istiyordum. Bir masalsı eda içinde işaret ettiğim yer insanların ilk aklına gelen yer olmalı. Fakat eminim, insanların aklına hiçbir yer gelmiyor. Çünkü merhametin sadece adı vardır evi yoktur,  kalplere yakıştırılır. Bir eda, bir tavır ile hissedilen bir şey merhamet. Kalbin çok yumuşaması ama hep aynı kıvamda kalması da gerek. Günahkâr kul, hayırsız evlat vs. Hep bir üst makamdan merhamet görecek olanlar. Çünkü annenin merhamet etmesi için kalbinin biraz daha yumuşamasına gerek yok. Allah, Rabbimiz Rahîm’dir zaten. Fakat bizim aramızda merhameti inşa edecek olan nedir? Aramızda merhamet yok. Ancak “Orada” var.
...
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

ŞİİRDE MİLLİLİK VEYA GELENEK, EVRENSELLİK VE YENİLİK KRİTERLERİ* / Zeynep ARKAN

* Karabatak Dergisi'nin 24. sayısında yayımlanmıştır.


“Türkiye bugüne dek milli odak fikrini ancak şiirle koruyabilen bir toplum olagelmiştir ...”      
                                                                          İsmet Özel, Konya Tüyap 2006                     




Şiirde kriterler denince akla hemen belirli teknikler üzerinden oluşturulmuş şablonlar, dayatmalar gelebilir. Oysa şiir belli bir teknik veya içerik üzerinden tanımlanacak bir şey değil. Millilik ise kapsamı son derece geniş bir kavram olduğundan, konuyu Türk Şiir tarihi üzerinden değerlendireceğiz.

Türk Şiiri’nde Millilik, Yahya Kemal ile literatüre girmiştir. Yahya Kemal, Ezansız Semtler adlı yazısında Türk halkını ayakta ve bir arada tutan unsurlara dikkat çekerken bir rüyadan bahseder.  Havası ve toprağı ile Müslüman olan semtlerde yaşayanlar, eskisi gibi Türk çocuklarına ait olan rüyayı artık görememektedir… Ezan sesi duymayan, ibadet telaşına şahit olamayan çocuklar milli heyecanlara da uzaktır. Yahya Kemal’a göre bunun sebebi “medenileşme ve alafranga eğitim”dir. Burada Türkiye tarihini derinden etkileyen Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi Batılılaşma hareketlerinin Türk aydınındaki reflekslerinden sadece birini temsil eder Yahya Kemal.  



Ezansız Semtler” adlı yazı 1922 yılında yayımlanmıştır. Bu yazıda mekânlar arasındaki kopuştan insanlar arasındaki ayrışmaya, halk ve aydın tabaka arasındaki yabancılaşmaya geçilir. Bu noktada, Yahya Kemal somut ve gerçekçi sayılabilecek bir çözüm sunar: Hangi nedenle olursa olsun, halkına yabancılaşmış ve halkından uzak düşmüş aydınların dönmeleri gereken yer, “anne-millet”tir.  Diğer bir deyişle “medreseden memlekete” yöneliştir. Fakat bu memlekete-millete dönüş eylemi uzun bir tarihsel süreç içinde gecikir; Türk yazar ve şairlerin eserlerinde açığa çıkan şekliyle çoğu etkisiz, kuru bir hamaset içerir. Yahut tamamen kötücül ve düşmancadır. Bütün bunların yanında yazdığı şiirlere baktığımızda Türk diline muhteşem katkılarının yanı sıra bireye ve duygularına dönük bir Yahya Kemal görürüz.
 
Türk şiir tarihinde bilindiği üzere Milli Edebiyat hareketi 1911-1923 yılları arasında devam eden Genç Kalemler dergisi ile başlatılan bir süreç: Mehmet Emin Yurdakul, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem bu dönemin başlıca temsilcileridir. Milli Edebiyat dönemi, Türkçü Edebiyat şeklinde de anılır. Daha önceki edebi akımlar, girişimler de mutlaka Türk edebiyatını temsil etmekle birlikte Milli Edebiyat döneminde Türklük vurgusu sıkça yapılmıştır. İçinde bulunduğu tarihsel süreç açısından Millilik kavramının elastikiyeti Fransız Devriminin izlerini taşır. Milli Edebiyat kavramı özellikle bu dönemde gençlik&gelecek vurgusuyla beraber sıkça anılır.
Milli Edebiyat, bu dönemde adeta bir propaganda şeklinde şiirde Anadolu’ya bakışı öncelemiştir. Anadolu insanı prototip hâline getirilmiş; Faruk Nafiz’de ve tıpkı Ziya Gökalp’in şiirinde olduğu gibi anlatım tekniği bakımından ben-sen ayrımına gidilerek yerli ve millî değerler yine Anadolu coğrafyası üzerinden somut bir ilham kaynağı şeklinde kurgulanmıştır. Dilde sadeleşmeyi, vezin olarak da hece ölçüsünü savunur. Cumhuriyet döneminde de hece vezni devlet eliyle desteklenmiş, şiirin geçerliliği haline getirilmiştir. Özetle, dilde sadeleşme, hece vezni (milli vezin), tema olarak Anadolu insanının, toplumsal alt katmanların sorunlarını dile getirme milli edebiyatın temel görüşleridir.
 
“Millî” kelimesinin “genel ve bir milletin tamamını kuşatan” anlamı bu kelimeye bir kullanışlılık katıyor. Fakat biz Cumhuriyet döneminde desteklenip öne çıkarılan bu kavramı “Yerlilik” refleksinden farklı biçimde algılıyoruz. Çünkü bir yere ait olanın kendi varlığını koruma refleksi ile genele yayılan varlığını devam ettirme güdüsü her zaman çakışmaz. Edebiyatı sadece bir ölçü ve biçim öne sürerek “Milli” diye nitelemek de yanlış. Milli edebiyat için vezin ve dil birliği içerisinde olunması bir yana, konu bağlamında herhangi bir müdahale olmaması gerekir. Şiirde millilik kavramı, tabii ki Milli Edebiyat özellikleriyle sınırlandırılacak bir şey değildir. Vezin, ölçü gibi özellikler bir teknik olarak şiiri oluşturur.  Bir eseri milli yapan unsur, dilin yanı sıra Nuri Pakdil’in deyimiyle “yerlilik” içermesidir. Yerlilik, dilin hayat bulduğu topraklara ait olan inançtır, beraberlik duygusu ve gücü aşılayan folklorik, coğrafi ve siyasi unsurlardır. Var olma, kendi varlığını koruma refleksi başkalarının fiziksel ve ruhsal varlığımıza karşı tehdidine yönelik en güçlü reflekstir. Sezai Karakoç’un Masal şiirinde Doğu’nun yedinci oğlu kendini değiştirip yok edecek olan Batı’ya karşı durduğu yerde gömülüp ölmeyi istemiştir.
 
Yerli olan; ait olduğu coğrafyayı, kültürel özellikleri bilen, tanıyan, eleştirebilen, özgürce varlığını ifade eden bir kimliği temsil ediyor bize göre. “Sürdürülebilir bir geleneği” yaşatmak adına değişmekten korkmak yerliliği tanımlamaz. Aynı ortak süreçlerden geçilmediği halde Batı’dan devşirilmiş özellikle Pozitivizm, Varoluşçuluk gibi düşünce biçimleri taklit bunalımlar, orijinal olmayan üretimler açığa çıkardığından tarihsel varlığını edebi, politik, coğrafi vb alanlarda doğru anlamayı Yerlilik kavramıyla niteleyebiliriz. Genele hâkim olan, “birbirine hızla benzeme” refleksi yerine bütün farklılıklarla “beraber” olarak var olma amacı yerlilik düşüncesini besler.
 
ŞİİRDE EVRENSELLİK VE YENİLİK:
“Şairin kendi biricikliğinden kaynaklanıp bütün insanlara ulaşan bir alanı işaret edemediği zaman şiir, ancak bir edebiyat türü olarak kalabilir.”                          
                                                                                         İsmet Özel
Şiirde yeni olan veya yenilik iddiası taşıyan özellik, şairin geçmişi ve geleceği merkeze alarak “Şimdi”yi tanımlamasıdır. Şimdi, bugün ve tazelenen an. Hayatın dönüşümünü kapsayan şiir yenilik hissi veren şiirdir. Çağının şahidi olmakla çok yakından ilgilidir. Bu şahitlik beraberinde, geleneksel mirasa hâkimiyeti de gerektirir.  Orhan Veli’nin Garip akımı içerisinde verdiği örnekler, Turgut Uyar’ın yazdığı Divan ve daha sonraki 2.Yeni’ye dâhil ettiğimiz şiirleri bu şairlerin gelenek mirasına son derece hâkim oldukları için yenilik iddiasında dikkatleri çektiklerini düşünebiliriz. Şairin peşinde olduğu ve bulduğu “yeni” kendini ve dünyayı ifade etme biçiminde bir hakikat penceresi açar. Şiirin özü ve tekniği şairin bu emeğine hizmet eder. Turgut Uyar’ın vurgusunu yaptığı “acemilik” bu yenilik ve hakikatin peşinde olma gücü ve arzusudur.
 
 
Tevfik Fikret, Fransız şiiriyle tanıştığında özellikle François Coppe’dan etkilenerek yenilik iddiasıyla kendi şiirini yaratmaya koyulmuştu. Cemal Süreya Papirüs’te yazdığı bir yazısında bu etkilenme durumunu Tevfik  Fikret’in şiirde etkisizliğinin sebebi olarak niteler. Süreya’ya göre Baudelaire varken 3. Sınıf bir şairi örnek almak yanlış bir harekettir. Ona göre “iyinin taklidi de iyidir.” Orhan Veli 1937’ye kadar içerikte Baudelaire’den fazlasıyla etkilenmişti. Biçimde de Necip Fazıl etkisini taşıyordu. Daha sonra bu etkilerden sıyrılarak Türk Şiiri’ne adeta darbe girişiminde bulunarak gündelik hayatın küçük anlarını şiire dâhil etmişti. Burada vurgusunu yaptığımız yetkinlik; şiirde yeniliğin kapısını zorlayan, eskiye dair her üretime bir borcu olan yetkinliktir.
Charles Baudelaire
Necip Fazıl
Orhan Veli
Yenilik ve Evrensellik, kısaca “çağının şairi olmak” şairin ifade ettiği fikir ve duyguların yüceliği, ülkesinin sınırlarını aşarak bütün insanlığın ortak malı olmasına imkân verir.  İnsanlığa ait acılar, savaşlar, afetler, aşk, ölüm ve özgürlük gibi temalar tüm insanlığı aynı duygularla sarar. Evrensele ulaşan yeninin kriteri de ancak farklı ve taze bir söyleyiştir.
 
 
 

 

2000’Lİ YILLARIN ŞİİR ORTAMINA 2015’TEN BAKIŞ* / Zeynep ARKAN




*2000'li yılların şiir ortamına dair girizgah yaptığım yazım Dergâh dergisinin 311. sayısında (Ocak/2016) yayımlandı.


2000’li yılların şiirine ve şiir ortamına dair özellikle ilk on yılı esas alarak yapılmış eleştiriler ve yorumlar belki biraz düşündürücü fakat yeterli olmaktan uzaktır. Şiirin içine doğduğu toplum “Milenyum” diye adlandırılan tarihsel gelişmeyi gündelik hayata sıfır etkisiyle yaşarken; dilbilimcilerin ortaya attığı Milenyum kelimesinin doğası gereği çok kısa ömürlü olacağı kehaneti gerçekleşmişti. 2000’li yılları ilk on yıl ve sonrası şeklinde değerlendirecek olursak ilk on yılın son derece hareketli ve şiire dair yaklaşımların zenginliğiyle çevrili olduğunu söyleyebiliriz. Şiire dair her türlü kullanışlı veya kullanışsız kavram çeşitli saflara ayrılarak yerini buldu da denilebilir.
Ortak bir söylemi yeniden üretiyormuş gibi görünen ve üretilen şiirin yanı sıra konvansiyonel ve genel beğeni dayatmalarını içeren şiire “karşı duran” üretimler de bu dönemde açığa çıktı. Yenilik iddiasındaki her girişim gibi, eleştirel yanını güçlü tutmaya çalışan dergiler bu üretimlere hız kattı.

Otoriter perdeden yayılan ve otoriter perdeyi yırtmaya çalışan olmak üzere iki tür refleks öne çıkıyordu 2000’li yılların şiirinde. İlk elden Geleneksel ile Deneysel, etraflıca bakıldığında Lirik, Epik, Deneysel, Görsel şiirin mücadelesi birçok sesin farklı yankılanışı biçiminde döngüye girdi. Hedef güderek bilinçli bir şiirsel çabaya dönüşmesi beklenen manifestolar da bu dönemde çeşitlilik kazandı. Şiirin ölmediğini hissetme imkânı olarak öncelikle dergiler, basılan şiir kitapları, dolaylı olarak yıllıklar ve daha sonra şairin işaret fişeği olan manifestolar sıralanabilir. Şiir, yerine geçmek istediği şeye yaklaştığında şiir olmaktan çıkacağından şairin dikkatli tutumu zihnini açık ve uyanık, şiirini ise diri tutacaktır. Bir “İcadın İcadı” olarak manifestoları gösterdiği itaatsizlik oranında ciddiye alabiliyoruz. Düzen karşısında itaatsizlik, yeni bir düzen önerisi gerektirdiğinde inandırıcılığını kaybeder. Şiir için de geçerli olan, “şiirsel baba” ile “tehditkâr oğul” arasındaki kavganın “Taht” hakkında olup olmadığıdır. Şiirsel gelenek, ortak tecrübenin açtığı alan anlamına da geldiğinden şiirde yenilik bireyin (şairin) tecrübesinin açtığı alan biçiminde ifade edilebilir. Bu yönüyle manifestolar ilgi çekicidir. Şairin tecrübesi (vaadi) kadar adını da yaşatır. Şair manifestosunda şiir ortamının karışık ve karanlık anlarını suiistimal de edebilir, bertaraf da. İhtişam ve Yarar arasındaki kadim savaşın tercih gerektiren acımasızlığında şair ihtişamı manifestosunda, umulan (manifesto sebebiyle umulan) yararı şiirinde açığa çıkarabilir. Bu yüzden manifesto ve şiir arasındaki mesafe yer yer ihtişam ile yarar arasındaki mesafe kadar büyüktür.  


Yeri gelmişken 2003’te Baki Ayhan T. Tarafından Budala dergisinde yayımlanan “Soylu Yenilikçi Şiir”i, Yücel Kayıran’ın “Felsefi Şiir”i (Varlık, 2004), Efe Murad-Cem Kurtuluş’a ait “Madde Akım Manifestosu” (2004), Ahmet Güntan’ın 2005 yılında Kitap-lık dergisinde yayımlanan “Parçalı Ham Manifestosu”, Hayriye Ünal’ın bugüne bir kitap halinde taşıdığı (Eşikteki Özgürlük, Hece yay.) Çok sesli Şiir’i, biraz daha geriye bakınca Mustafa Akar-İsmail Kılıçarslan’ın Koma şiir’ini, İbrahim Tenekeci’nin Minör Şiir’ini, Celal Fedai'nin Neo-Klasik Şiir'ini analım. 1997’de tohumu atılıp günümüze kadar süreç halinde devam eden Neo-Epik  Şiir de bu döneme dahil edilebilir.


Şair şiirini kendi kontrolü dışında gelişen pek çok unsurun etkisi altında yazar. Bu sebeple şiirin ortaya çıktığı tarihsel ve sosyolojik yapıyı gözden kaçırmamak önem arz eder.  Şiirin bir süreç içerisinde sıkışıp kalma durumunu siyasi ve sosyolojik gelişmelerden ayrı değerlendirmemek bu yüzden gereklidir. 2000’li yılların şiire hatta şiirsel bilgiye ulaşma yollarının çokluğu (sezgisel, saymaca, deney…) kanaatimizce nasıl destekleniyorsa, içinde bulunduğumuz dönem itibariyle de bu bilgileri sabit kılma dürtüsü hâkimdir. Bu sabitlik muhakkak ki sınırlayıcıdır. Tereddütlü genç şair için düzenin ihtişamına son vermek imkânsız görünecektir. İşlevsel bulunan yönüyle bu düzen savunulacak ve genç şair için kabul salonunda böylece yer açılmış olacaktır.
 
 
2000 KUŞAĞI NE SÖYLEDİ, NE SÖYLÜYOR?
Şiirde Kuşak meselesi şiir tarihi oyununun hammaddelerinden biridir.  Şairler şiir hakkında konuşurken “kuşak” kelimesi belirleyici olmaz, ekmeği yerken unu hissetmemek gibidir. Kuşak meselesi “Şair”i belli kategorilerde değerlendirebilmeyi kolaylaştırdığı için bahis konusu edilir.
T.S. Eliot her ne kadar şaire 20 yıl süre tanımış olsa da, şairi ilk on yılı içerisinde değerlendirmek ve kategoriye bu şekliyle dahil etmek, ustalık eserini bu on yıllık dilim içerisinde verdiğini kabul etmek yaygın bir kabuldür.  
2000-2010 yıllarından söz etsek de 2000 Kuşağı etkisini 2005 yılında göstermeye başlamıştır. Heves dergisi çatısında bir araya gelmiş şair ve eleştirmenler bu etkide büyük payı olan isimlerdir. Mehmet Öztek ve Ali Özgür Özkarcı yönetiminde Adana merkezli yayımlanan dergi lirik, epik, deneysel, görsel gibi şiirsel türlere kapı açmıştır. Edebiyatın yaygın tanımında kullanılan “duvara kapı çizip sonra o kapıdan içeri girmek” cesaretini kapsayan bir kapı açmak şeklinde de yorumlanabilir.
2000 Kuşağının belirgin özelliği bireysel özellikler taşımalarıdır. Şiirinin sınırlarını kendisi çizmiş olan şairler şiirsel “başarı”nın ilk yolunun kabul edilip onaylanan şiir tarzı olduğu dayatmasını kabul etmemiş görünmektedir. Bu yönüyle 2000 Kuşağı şairleri şiirde bireyselliğin alanını genişlettiler. Bir tavır ne kadar tutkulu görünürse o kadar hoşgörüsüzlük doğuracağı için bireyselliğini tutkuyla sahiplenen isimler bir süre köşesine çekilip susan isimler olacaktır zamanla. Tersi de mümkün.
Mevcut fikir birliğine gösterilen uyum ve uyumsuzluğun belirlediği çeşitli onay mekanizmaları vardır. Şiirde genç şair, şiir yoluyla içine adım atacağı “dünya”ya öncelikle kabul için uyum, şiiri içinse uyumsuzluk göstermek zorunda kalabilir. Genç şair iki farklı ucu temsilen geleneksel ve deneysel şeklinde ayırabileceğimiz bu iki karşıt görüşün çapraz ateşinde deneyselden bahsetmesi gerektiğinde “kendimi yakın bulmasam da…” ifadesini gerekli görür. Geleneksel  şiir yazdığında ise af dileyen bir tavır takınmasını gerektirecek ortamlardan uzak durması sağlanır. Bu ortamlar şiir dergileri dahi olsa. Bir süreç olarak ele alındığında şiirin, şairin karanlık tünele girmesine fırsat vermeyecek bir şiir ortamında olması idealize edilir. Fakat iletişim biçimini de egemen olan belirlediği için ferah, adil bir ortam, sürdürülebilir iyilik ve iyi ilişkiler sadece ideal olarak kalmaktadır.
 
2000’lerden Bugünlere Gelen Etkiler:
-          Şiiriyet (Bu metinde Şiiriyet, Kötü Lirik şeklinde özetlenebilir) hükümranlığı bitmiştir. Şiirin kitsch etkileyiciliği sarsılıp, sahih etkiler önem kazanmıştır. Tarihsel ortaklık, kültürel ortaklık durumunun biraz daha önüne geçmiştir. Bireysel, özgün ve yenilik hissini tazeleyen şairler şiir yazarken birbirlerine konu, biçim, bütünlük vb meselelerde cesaret vermiştir. 2000 Kuşağı Şairinin kendini ve kuşağını geliştirici girişimlere karşı cesur tavrı geçmiş içerisinde fark edilmese de günümüz itibariyle anılmayı hak eder. 
-          Sosyal Medya hükümranlığı olmayan son kuşaktır 2000 Kuşağı şairleri. Editör- Şair, Şair-Şair ilişkilerini belirleyen kıstaslar e-Mail gruplarında, blog’larda hatta daha minimal ölçüde imkanlarla daha yavaş çürümekteydi. Günümüzde bu çürüme her alanda olduğu gibi şiir merkezli iletişimde de çok hızlanmış durumda. Sosyal Medya’nın 2015 şiirine katkısı şahsilik içeren bir fikriyatla çok olumsuzdur. Öfkesini, reddiyesini, vaktini, aşkını, acısını sürekli farklı mecralara aktaran bir şairin şiiri örselenir, ayağı tökezler, hakiki şeyler yapmaya yönelik inancı ve şevki zarar görmüştür. Çünkü sürekli bir “algı”yı beslemektedir.
-          2000’li yıllarda “Kadın Şair” meselesi o kadar çok konuşuldu ki 15 yıl sonraya konuşulacak tek kelime kalmadı. Bu sebeple beş-on yıl öncesine ait söyleşilerde “Kadın Şair Olur mu?” şeklinde kurulmuş kadim soru tedavülden kaldırıldı. Halen bu soruyu sormaya devam edenlerin şiire ve 2000’ler şiirine dair bir bilgiye sahip olmadıkları düşünülebilir.
-          Antolojiler 2000’ler öncesine nispetle daha etkili bir alan oluşturdu. Ortaya çıkan çeşitlilik birçok alanda bölünmeye yol açsa da genel eğilim; seçici şairi, editörü ve okuru mutlu etme amacını başarmış olması.
-          80 Kuşağı’ndan bazı isimlerin (Ahmet Güntan, Osman Konuk, Necmi Zekâ gibi) şiire “şiirsel baba” ihtişamıyla dönüşlerinin, 2000 Kuşağı şairleri ile yani “tehditkâr çocuklar” ile uyum içinde kaldıkları yerden devam etmelerine imkân sağladığı görülmüştür.
-          Manifestolar: “Boşa Çıkmış Manifestolar” adlı bir dosya yapacak kadar boşa çıkmış manifestolar içeriyor olması 2000’ler şiirinin hareketliliğinin ispatıdır. Burası belki de başka bir yazının temel konusudur.