13 Mart 2016 Pazar

ŞİİR NASIL OKUNUR? / Terry Eagleton

Doğruyu Söylemek [i] adlı eserinde Michel Foucault, Parrhesia (apaçık doğruyu söylemek) kelimesinden ve tarihteki önemli örneklerinden bahseder. Hiçbir şeyi saklamadan kalbi ve zihni konuşma yoluyla başkalarına açmaktır Parrhesia. Yalnızca doğruları apaçık ifade etmek anlamıyla sınırlı değildir, söylendiğinde bir risk açığa çıkıyorsa o fiil gerçek bir Parrhesia’dır. Bu apaçık söyleme fiilini değerli kılan çok ciddi riskler taşımasıdır, ortaya çıkan tehlike ölüm bile olabilir. 
Günümüzde edebiyat eleştirmenliğine bakınca Parrhesia gibi ciddi riskler içermemesine rağmen, sözü apaçık ve hakikatin ortasından söylemenin zorluklarıyla karşı karşıya kalındığını görüyoruz. Özellikle şiir eleştirisinde şahsi duygulardan beslenen, övgü-yergi seçeneksizliğinden kurtulamamış; bozup yıkan, yeniden yorumlayan, teknik ve içerik kısıtlamasından bir tık öteye bakmayı önemli saymayan bir yaklaşım çok yaygındır. Şiirde mevcut durum ve yeni sorunlar üzerine eleştirmenlerin ilgisini çekecek, onları bu alana yöneltecek herhangi bir saygınlık vaadi de maalesef ortada yok.
Bir şiirin yazıldığı zamana ait tüm verilerin şair, eleştirmen ve okur sayesinde açığa çıktığını düşünürsek, şiirin kendinde oluşturduğu duygunun peşine düşen okur ile şiirin biçiminden içeriğine, mevcut tüm tasarımını inceleyen eleştirmen arasında oldukça soğuk görünen bir mesafe vardır. Bu mesafe gittikçe büyümektedir. Okurun şiiri okuma-yorumlama biçimi nesnel olmayabilir. Peki eleştirmenin yaklaşımı nesnel midir? Nurullah Ataç, eleştirinin asla nesnel olmadığını savunur. “[Eleştirmen] kendi zevkini, kendi düşüncelerini, kendi duygularını söyleyen bir sanat adamıdır”[ii] Fakat eleştirmenin aşırı öznel tutumu onu, söylendiği gibi “eleştirmenlikten denemeciliğe” götürür. Özellikle izlenimci eleştirmenin kendi iç dünyasına ve tecrübelerine dönük eleştirileri de züppece bulunur ve haklı olarak sıkça eleştirilir. Eleştirmen, eleştiriyi (edebi metni) yalnızca kendi ideal dünyasını tanımlamak üzere kullanamaz.
Diğer yandan şiirin teknik ihtişamına, şiirsel tasarımına yönelen eleştirmenin “kibirli beyniyle” göstermeye niyetlendiği şey yaptırımlarla karşılaşabilir. “Kibirli beyin” Terry Eagleton’ın deyimiyle eleştirmen ve teorisyen bahsi açılınca kullanılan beylik tanımlardan biri sadece. Eğitim sisteminin çürük altyapısı sayesinde güçlenen bu görüş edebiyat fakültesi öğrencileri de dâhil olmak üzere sıradan okura kadar ulaşmış durumdadır. Özellikle edebiyat eğitiminde metne genellikle biçim teknikleri üzerinden, belirli görüşleri öne çıkararak yaklaşma tutumu son derece yanlış bir stratejidir.
Tam da bu sebeple günümüzde şiir eleştirisi eğitimini adeta yok olmaya yüz tutmuş bir zanaat gibi anarak Şiir Nasıl Okunur?’a başlıyor Terry Eagleton. Kitap Eleştirinin İşlevleri, Şiir Nedir?, Biçimciler, Biçim Arayışı, Şiir Nasıl Okunur? ve Dört Doğa Şiiri olmak üzere 6 bölümden oluşmakta.
Eleştirinin İşlevleri’nde edebiyat kuramcılarını aklayarak başladığı sözüne Marksist eleştiri çerçevesinde sosyolojik ve toplumsal nedenleri yorumlayarak şiirde “deneyimin ölümü”nden “ünlü muğlaklık”a kadar birçok alanda görüş bildirerek devam ediyor. Eagleton’ın edebiyat teorisyenlerini aklarken referansları şöyle: “Gerçek şudur ki, neredeyse bütün önemli edebiyat teorisyenleri titiz bir yakın okumaya girişirler. Rus formalistlerinin Gogol veya Puşkin üzerine, Bahtin'in Rabelais üzerine, Adorno'nun Brecht üzerine, Benjamin'in Baudelaire üzerine, Derrida'nın Rousseau üzerine, Genette veya de Man'ın Proust üzerine, Hartman'ın Wordsworth üzerine, Kristeva'nın Mallarme üzerine, Jameson'ın Conrad üzerine, Barthes'ın Balzac üzerine, lser'in Henry Fielding üzerine, Cixous'nun Joyce üzerine, Hillis Miller'ın Henry James üzerine okumaları bunun bir dolu örneğinden yalnızca bazılarıdır.” (s.16)
Bu titiz, saygıdeğer ve başarılı okumanın sağlam temelini yine kendisi açıklar: “Aynı zamanda kendileri de edebi sanatçılardır. Edebiyat üzerine yorum yapma faaliyeti sırasında kendileri de edebiyat üretirler.” (s.16)
Eagleton, açık sözlü tavrı ve yerini bulan yargılarıyla şiir eleştirisine durum tespiti ve yorumdan sonra bolca şiir alıntısıyla devam ediyor. Kitabın başında ilginç bir tavır sergileyerek “deneyimi az olan okurlar kitabın 4. Bölümünden okumaya başlayabilir” şeklinde tavsiyede bulunuyor. Bu tavsiyenin nedenini, anlayan ve anladıkça anlatanı daha az kibirli bulan bir kitleye de ulaşma niyeti şeklinde yorumlayabiliriz. İşin aslı ise, kitabı “teori” bilgisini arttırmak için eline alan edebiyat öğrencilerine, “yeni başlayan” şiir okurlarına yazarın şiirde biçimsel yaklaşımını göstermek olabilir. Çünkü şiirlerin Uyak, Sözdizimi, Noktalama özelliklerine değinirken İngiliz şiirinin genel özelliklerini tanımlar fakat bunları esas almaz.
“Şiir bütünüyle kendine has organik bir toplumdur, bir bütünlük ve uyum paradigmasıdır” (s.40) şeklinde şiiri tanımlarken metnin tıpkı toplumlardaki gibi hiyerarşisinden söz açar. Bazı katmanları egemen olan toplumlar gibi diğer yarısı başkalarının emri altındadır. Bu yönüyle her kelimenin değiştirilemez bir sağlamlıkta yeri sabittir. Şiirin kelimeleri değiştirildiğinde kaybedilen şiirsel yapısını dilin edebileşme sürecine bağlar. Edebileşme, dili gündelik halinden uzaklaştırarak okura karşı yabancılaştırmaktır. Bu yolla şiirsel dil kurulur. Fakat Eagleton’ın deyimiyle edebi dil gündelik dile sistematik bir şiddet uygular. Bu sebeple şiirde edebi dil tamamen göreceli bir kavramdır. Kültürden kültüre, toplumdan topluma değişkenlik gösterir. Dili aşırı derecede pragmatik ve araçsal hale gelmiş toplumlar genellikle biçimcidir ve fikirlerini evrensel bir şiir teorisi şeklinde sunarlar. Bu toplumsal düzende “Şiir, sözcükleri solmuş, konuşmaları da yiyecekleri kadar yavan ve lezzetsiz hale gelmiş ve deneyimleri sıkıcı bir şekilde rutinleşmiş modern kişiler nezdinde bir tür manevi terapidir.” S.81
Şiirsel tasarım şablonları, şiirin öne çıkarılan biçim özellikleri ile şiir eleştirisinde başvurulan kısıtlı teorilerin tamamen karşısında duran Eagleton,  bir teorisyen olarak her şeyden önce içeriğe yönelir.  Dünya görüşünün belirlediği bir eleştirel yaklaşımla edebi metinlere ait nedensel bağlantıları önemsediğinden;  felsefe, tarih, siyaset, sosyoloji gibi geniş alanlar açarak şiirsel içeriği anlamlandırdığı kitabı Şiir Nasıl Okunur?  daha önce Agora Kitaplığı’ndan yayımlanmıştı. Aynı çeviriyle Ayrıntı Yayınları’ndan 2015 Ekim’inde çıkan kitabı edebiyat öğrencilerinden, şiir teorisyenlerine, acemi okurdan şaire kadar edebiyatla her mesafeden ilgilisinin dikkatine sunuyoruz.
Terry Eagleton
Şiir Nasıl Okunur?
Ayrtıntı Yayınları (Sanat ve Kuram)
İstanbul, 2015





[i] Michel Foucault, Doğruyu Söylemek, çev .Kerem Eksen, (İstanbul: Ayrıntı yay., 2010)
[ii] Nurullah Ataç, Söyleşiler, (İstanbul, YKY, 2007), s. 50-51

2015'ten Şiir Kitapları

Beklenen Vaatlerin Temini

Şiir, okuruna yaşanmış fakat fark edilmemiş süreçleri, beraber solunmuş ama yorumlanmamış toplumsal havayı, dilin kaynaklarını ve sınırlarını vaat eder. Bu yönleriyle yeni şiirler ve yeni kitaplar beklenen bir vaade dönüşür. Yazmaya yeni başlayan genç şairlerden de bu vaatleri ne kadar taşıyıp taşımadıkları gözlenir. Yazılan her şiirde ortaya çıkarılacak olan özgünlük, farklılık, bambaşkalık beklenir. Şiirler yazılır, birikir, kitaplar çıkar ve eleştirmenler, okurlar ve şairler  –en çok bekleyenler- şairin söylediklerinin cazibesine kapıldıkları ölçüde o şiirleri “büyük” bulurlar. Şairin sezgisinin ve aynı zamanda bilgisinin ulaştığı noktalar ne kadar zenginse ve bu zenginliği şiirinde ne kadar bütünlük içinde barındırıyorsa “bekleyenler” şiirin bir ruhu ele geçiren neşesine erişirler. Şiir neşe vermez, bu neşe zannedilen şey düşünce biçimindeki sıçramadır. Kısa bir süre sonra bu zihinsel sıçrama müthiş bir acıya dönüşür. Anlamanın acısı. Neşe daima beklenen bir şey olsa da, şiirin vaadinin temini acıyla karışık olsa da doyurucudur. Bir şiiri anlamak, o şiiri açıklayabilmek değil;  şiirin ruha sıçrayan kıvılcımını hissedebilmektir. 

Kendi dilini kuran, özgünlüğünü ortaya çıkaran şairi de bekleriz. Bu temeli atılmış şiir kendine nasıl bir yol seçmiştir, şair zaman içerisinde kendini tekrar mı edecektir? Tecrübelerini aktarma biçimini, şiire dair ilkelerini ne kadar korumaktadır? Verimlilik, bir şairi bekleyen her türden olumsuzluğa karşı en büyük zırhtır. İçerik bağlamında zenginlik şeklinde daha önce ifade ettiğimiz unsur ise şairin sezgi ve bilgisinin çeşitliliğidir. Buna sahip olan bir şairin her yazdığını bekleriz.  Kendine özgü bir bütünlüğü bize sunan şairin ustalaşma sürecini bekleriz.


Bize vaat edilen şiirleri beklemekle geçirdiğimiz 2015 yılı da geride kaldı. Gençlik, toyluk, gözü karalık, bilgelik, ustalık, zenginlik, bütünlük ve tümden hayatın şairlerden düşen parçalarına rastladığımız şiir kitapları şiir tarihine eklendi. 

2015 Yılında İLK KİTAPLAR:

Hüseyin Karacalar, Cevapsız Aramalar, Ebabil. Şiirlerini Aşkar, Karagöz, Mahalle Mektebi ve Hece dergisinde yayımlayan Karacalar’ın ilk kitabı 18 şiirden oluşuyor.  Az ama öz yazan şairlerden. Dili tertemiz ve ferah. Şiirleri bilinç eşiğinde nefes alan epik şeklinde özetlenebilir. Bu epiği en güzel karşılayan şiiri; Sen Muş’ta Uzak Bir Kışta.
lan,
Parçalanıyorsun/Seni parça parça ediyorlar farkında değiller/Bilerek elimde değiller/Bir şeylere bağlamak istiyorum uzakları/Bir şeyler elimden gelse keşke/Doluya koysam dolu boşa koysam boş diyecekler/Gözümüzün önünde arayıp da bulamadığımız/Sis içinde kaybettiğimiz derinlik/Bilinmeyen bir nedenle yazılan şiir/Kapalı kapılar ardındaki toplantılar kadar ilginizi çekebilir.

Muhammed Mücahit Yılmaz, Bir Sabahı Uyandırmak,  İzdiham. Bir inançla ve diri akılla yaşadığı şehre, insanlara, dünyaya bakmak var Yılmaz’ın şiirlerinde.  İçe dönük olmanın aksine sorgulamanın tabii enerjisini taşıyan bir şiiri var. Şehir Anatomisi adlı şiirinden:

herkes zalimdir kendi gözüne karşı/gözünden kir akar şehrin içinde herkesin/herkes hep dua eder ve hiç inanmaz/kimse sormaz herkes ölüyor ama nereye/kimse kimsenin derdini bilmez ama masalarda/herkes herkese meze.

Süleyman Unutmaz, Fena, İzdiham. İlk şiiri 1999 yılında Kaşgar dergisinde yayımlanmış Unutmaz’ın uzun bir aradan sonra ortaya çıkan ilk kitabı Fena. Şiirsel tekniklerin, çeşitliliğin ve yeniyetme heyecanı ile yetişkin olma arasında gidip gelen bir şair öznenin ortaya çıktığı bir şiiri var.

Hayır şair de değilim
Estetik bi öfkenin peşindeyim ben
Biraz da adil bi öfkenin
Yankısı geri dönen bi öfkenin
Oysa düşmanlarımın suskunluğundan
Ağrılar saplanıyordu hırçınlığıma.

Ümit Güçlü, Dehşetler İçerisinde, Hece.  1989 doğumlu Güçlü, Bünyamin K. ile birlikte Kuyudaki Koro dergisinin editörlüğünü üstlenmişti. Aynı zamanda şiirleri Hece, Hacı Şair, Japonya,  Mahalle Mektebi, Bakmaklar,  Evde Yoktum ve Ayraç dergilerinde yayımlanan şairin ilk kitabı Dehşetler İçerisinde şiirsel dilin hareketli evrelerine örnek teşkil ediyor.

yeni sorulara başladım. dehşet
yirmi beş yaşım pişmanlıkla
toz toprak kanla
utanç içinde kin nefret can 
çıkmasıyla burnumun üzerine 
düştüm ısırdım dilimi
geçmedi şaşkınlık 
geçmedi hayret. 

İrfan Çevik, Derkenar Şiir, Hece.  İlk kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği 2015 Şiir Ödülünü alan Çevik’in sade ve sakin bir şiirde mukim olduğu gözleniyor.

Ebubekir’i seçmiştim mahlasta/O büyük devrimcinin yanındaki/Umut dedi Gaffar/Ben Sonumut/Siperinde delik deşik edilmiş/Bir gerilla gibi/Düşleri sarıyor bedenini/Bir deniz feneri Edebiyat/ Öyle duruyor yerinde/Sular çekilse/Gemiler geçmese de.

Yusuf Koşal, Alnımda Kanat İzleri, Şule. 1990 doğumlu Koşal’ın şiirlerinde tarihi, mistik, güncel, bireysel tüm tecrübeler olgun bir dille aktarılıyor. Hiçbir fazlalık, laf kalabalığı, taşkınlık veya söz artığı bulunmayan 29 şiirden oluşuyor Alnımda Kanat İzleri.

Helikopter sesi helikopter böceği helikopter/baba sen mi çağırdın baba kim bu kuşların sahibi/tuzlu biberon mu aldın bize göklerden değdi ağzıma/taşı koyacak tencereyi satacak adam da kayıp/üşümek ayıp. bizi titrerken gördüler mi susalım.

Fuat Eren, Kokusuz Bahçeler, Şule.  Su kelimesini çok seviyor Eren. Şiirinde kurduğu lirizmi genellikle Su imgesiyle besliyor, akıcı bir lirizm dolu şiirler.

karışık adımlarla yalpalasan da vur kendi kendine/yatakları dikenle dolu durgun aksa da derelerin/geceleri dünyalar doğuruyor tahta kulübe/iki büklüm, sırtı saraylara dönük/sezmeye yarayan ışıltı, güneş sandığımız kabarcık/ben sandığım, alabildiğine köpük/hepsi eriyor birden, her/taşta volkanlar saklı/varılmaz ufuk, ne güzel şey küçüklük

M. Emirhan Kömürcü, Rahat Makine, Şule. 1993 doğumlu Kömürcü’nün kıvrak dili, dünü, bugünü ve ânı yorumlayan imgeleri oldukça güçlü. Rahat Makine, iyi bir kitap, daha iyi şiirlerin de habercisi.  Evrensel Orkestra şiirinde evreni dört ana unsura böler gibi Nefesliler, Vurmalılar, Yaylılar, Telliler başlıklarıyla yazdığı şiirden-başka hiçbir benzerlik olmasa da Rıdvan Gecü’nün Orkestra adlı kitabını da akla getiriyor-:

Telliler: evrendir ki-kurgulanmış boyutlarda/bağdaşarak ağlayarak oğulları/ölen analara ve ölen analara/her duygunun kendisine benzer/o bilge bağırtılarını uçsuz/elleriyle ovan

Ergun Tavlan, Sesleri Alan- Heterotopya. İmece adlı e-dergiden tanıdığımız Tavlan’ın ilk kitabı şairin kendine özgü şiir dilini iyi yansıtıyor. Şiirinde kurgu ve aykırılık özelliğini incelikle işleyerek minör bir şiir alanı açıyor. Ömer Şişman’a ithaf ettiği ve tıpkı Ömer Şişman gibi harf ve hece eksilterek yazdığı şiiri İslâmî Usullere Göre Bir Gömme Töreni’nin girişi şöyle:

viye edilerken küreklerle

zarına atılan son topraklar
şil atlı ağabeyin
mam, ayakta, duaya başlıyor 7-

-8 adımla çizdiği yarım ayın
mülecek noktasında çömüyor
sekten dizden veriyor talkını

 Selcan Peksan, Mağara Vardır, 160.Km. 1982 doğumlu Peksan’ın şiirlerinde ilginç ve kurgusal bir gerilim var. Bu gerilimi tarihten, müzikten, yalnızlıktan, ölümden kısacası bilindik fakat her tecrübenin ayrı önem taşıdığı bireysellikten alıyor.

süslü bir hediye kutusunda
dikey zikzak - yatay hiyerarşi
ve asaleti bağlanmış saten bir kurdeleyle
yükseldik cesetlerimizin üstüne basa basa.
"beyler" dedi maestro, “aramızda
erdem sahibi üç kişi kalmışsa"
farkında değildir onlar da"
kazanan olsa olsa nomenklatura
-dönüş serbest, dönüş serbest yolda-

Mehmet Karaca, Tuz Açlığı, Varlık.  2015 Yaşar Nabi Nayır şiir ödülüne layık görülen Karaca’nın Tuz Açlığı kitabı sürekli ve dönerek anlatan, bütünlüğü böylece koruyan, çalışılarak fazlalıklarından arındırılmış şiirlerin toplamı.

bana adımla seslenin/bir yerden atlamazdım. metroya binmezdim. karnımdaki kan/ yerinde dururdu. aitlik karmaşa değildir/ben adıma aitim yani beni karıştırmayın/bir kez seslenirseniz “efendim” diyeceğim/peki sevinç nasıl ifade edilir/ona çalışmalıyım.

2015’in Ustaca ve Ustalaşma Yolunda Diğer Kitapları:

Hicabi Kırlangıç, Üç Defter, Ebabil
 Ebubekir Eroğlu, İçkale, YKY
Hüseyin Atlansoy, Şehir Konuşmaları, Hece
Cevdet Karal,  Cesedi Nereye Gömelim, Everest  (Necip Fazıl Şiir Ödülü)
Ömer Erdem, Pas, Everest  (Dağlarca Şiir Ödülü)
Hasan Akay, Ehlidildeniz, Şule  
Asuman Susam, Kemik inadı, Can yayınları
Nazmi Cihan Beken, Et Kısmı Damgası, 160.Km
Rıdvan Gecü , Orkestra,160. Km
Murat Çelik, Taşra Bitki Örtüsü ve Parseller- Heterotopya
Enis Akın,  Mutsuzluk, Natama
Mehmet  Öztek, Herkes İyi mi, Natama
Mihrap Aydın, Az Daha Güzeldik, Natama
Erdem Arslan , Topla Yüzünü Palyaço, İzdiham
Meryem Kılıç, Sokaktan  Kuyudan Şarkıdan,  Şule
Sümeyra Yaman, Eğer Bensem, Şule
Murat Batmankaya, Şenayi, Şule

Ayrıca Necat Çavuş, Baki Ayhan T. ve İhsan Deniz’in Toplu Şiirler’i unutulmamalı.