“Türkiye bugüne dek milli odak
fikrini ancak şiirle koruyabilen bir toplum olagelmiştir ...”
İsmet Özel, Konya Tüyap 2006
Şiirde
kriterler denince akla hemen belirli teknikler üzerinden oluşturulmuş
şablonlar, dayatmalar gelebilir. Oysa şiir belli bir teknik veya içerik
üzerinden tanımlanacak bir şey değil. Millilik ise kapsamı son derece geniş bir
kavram olduğundan, konuyu Türk Şiir tarihi üzerinden değerlendireceğiz.
Türk
Şiiri’nde Millilik, Yahya Kemal ile literatüre girmiştir. Yahya Kemal, Ezansız
Semtler adlı yazısında Türk halkını ayakta ve bir arada tutan unsurlara
dikkat çekerken bir rüyadan bahseder.
Havası ve toprağı ile Müslüman olan semtlerde yaşayanlar, eskisi gibi
Türk çocuklarına ait olan rüyayı artık görememektedir… Ezan sesi duymayan,
ibadet telaşına şahit olamayan çocuklar milli heyecanlara da uzaktır. Yahya
Kemal’a göre bunun sebebi “medenileşme ve alafranga eğitim”dir. Burada Türkiye
tarihini derinden etkileyen Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi
Batılılaşma hareketlerinin Türk aydınındaki reflekslerinden sadece birini
temsil eder Yahya Kemal.

Ezansız
Semtler” adlı yazı 1922 yılında yayımlanmıştır. Bu yazıda mekânlar arasındaki
kopuştan insanlar arasındaki ayrışmaya, halk ve aydın tabaka arasındaki yabancılaşmaya
geçilir. Bu noktada, Yahya Kemal somut ve gerçekçi sayılabilecek bir çözüm
sunar: Hangi nedenle olursa olsun, halkına yabancılaşmış ve halkından uzak
düşmüş aydınların dönmeleri gereken yer, “anne-millet”tir. Diğer bir deyişle “medreseden memlekete”
yöneliştir. Fakat bu memlekete-millete dönüş eylemi uzun bir tarihsel süreç
içinde gecikir; Türk yazar ve şairlerin eserlerinde açığa çıkan şekliyle çoğu
etkisiz, kuru bir hamaset içerir. Yahut tamamen kötücül ve düşmancadır. Bütün
bunların yanında yazdığı şiirlere baktığımızda Türk diline muhteşem
katkılarının yanı sıra bireye ve duygularına dönük bir Yahya Kemal görürüz.
Türk şiir
tarihinde bilindiği üzere Milli Edebiyat hareketi 1911-1923 yılları arasında
devam eden Genç Kalemler dergisi ile
başlatılan bir süreç: Mehmet Emin Yurdakul, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali
Canip Yöntem bu dönemin başlıca temsilcileridir. Milli Edebiyat dönemi, Türkçü
Edebiyat şeklinde de anılır. Daha önceki
edebi akımlar, girişimler de mutlaka Türk edebiyatını temsil etmekle birlikte
Milli Edebiyat döneminde Türklük vurgusu sıkça yapılmıştır. İçinde bulunduğu
tarihsel süreç açısından Millilik kavramının elastikiyeti Fransız Devriminin
izlerini taşır. Milli Edebiyat kavramı özellikle bu dönemde gençlik&gelecek
vurgusuyla beraber sıkça anılır.
Milli Edebiyat, bu dönemde adeta bir propaganda
şeklinde şiirde Anadolu’ya bakışı öncelemiştir. Anadolu insanı prototip hâline
getirilmiş; Faruk Nafiz’de ve tıpkı Ziya Gökalp’in şiirinde olduğu gibi anlatım
tekniği bakımından ben-sen ayrımına gidilerek yerli ve millî değerler yine
Anadolu coğrafyası üzerinden somut bir ilham kaynağı şeklinde kurgulanmıştır. Dilde
sadeleşmeyi, vezin olarak da hece ölçüsünü savunur. Cumhuriyet döneminde de
hece vezni devlet eliyle desteklenmiş, şiirin geçerliliği haline getirilmiştir.
Özetle, dilde sadeleşme, hece vezni (milli vezin), tema olarak Anadolu
insanının, toplumsal alt katmanların sorunlarını dile getirme milli edebiyatın
temel görüşleridir.
“Millî”
kelimesinin “genel ve bir milletin tamamını kuşatan” anlamı bu kelimeye bir
kullanışlılık katıyor. Fakat biz Cumhuriyet döneminde desteklenip öne çıkarılan
bu kavramı “Yerlilik” refleksinden farklı biçimde algılıyoruz. Çünkü bir yere
ait olanın kendi varlığını koruma refleksi ile genele yayılan varlığını devam
ettirme güdüsü her zaman çakışmaz. Edebiyatı sadece bir ölçü ve biçim öne
sürerek “Milli” diye nitelemek de yanlış. Milli edebiyat için vezin ve dil
birliği içerisinde olunması bir yana, konu bağlamında herhangi bir müdahale
olmaması gerekir. Şiirde millilik kavramı, tabii ki Milli Edebiyat
özellikleriyle sınırlandırılacak bir şey değildir. Vezin, ölçü gibi özellikler
bir teknik olarak şiiri oluşturur. Bir
eseri milli yapan unsur, dilin yanı sıra Nuri Pakdil’in deyimiyle “yerlilik”
içermesidir. Yerlilik, dilin hayat bulduğu topraklara ait olan inançtır,
beraberlik duygusu ve gücü aşılayan folklorik, coğrafi ve siyasi unsurlardır. Var
olma, kendi varlığını koruma refleksi başkalarının fiziksel ve ruhsal
varlığımıza karşı tehdidine yönelik en güçlü reflekstir. Sezai Karakoç’un Masal
şiirinde Doğu’nun yedinci oğlu kendini değiştirip yok edecek olan Batı’ya karşı
durduğu yerde gömülüp ölmeyi istemiştir.
Yerli olan;
ait olduğu coğrafyayı, kültürel özellikleri bilen, tanıyan, eleştirebilen, özgürce
varlığını ifade eden bir kimliği temsil ediyor bize göre. “Sürdürülebilir bir
geleneği” yaşatmak adına değişmekten korkmak yerliliği tanımlamaz. Aynı ortak
süreçlerden geçilmediği halde Batı’dan devşirilmiş özellikle Pozitivizm,
Varoluşçuluk gibi düşünce biçimleri taklit bunalımlar, orijinal olmayan
üretimler açığa çıkardığından tarihsel varlığını edebi, politik, coğrafi vb
alanlarda doğru anlamayı Yerlilik kavramıyla niteleyebiliriz. Genele hâkim
olan, “birbirine hızla benzeme” refleksi yerine bütün farklılıklarla “beraber”
olarak var olma amacı yerlilik düşüncesini besler.
ŞİİRDE EVRENSELLİK VE YENİLİK:
“Şairin kendi biricikliğinden
kaynaklanıp bütün insanlara ulaşan bir alanı işaret edemediği zaman şiir, ancak
bir edebiyat türü olarak kalabilir.”
İsmet Özel
Şiirde yeni
olan veya yenilik iddiası taşıyan özellik, şairin geçmişi ve geleceği merkeze
alarak “Şimdi”yi tanımlamasıdır. Şimdi, bugün ve tazelenen an. Hayatın
dönüşümünü kapsayan şiir yenilik hissi veren şiirdir. Çağının şahidi olmakla
çok yakından ilgilidir. Bu şahitlik beraberinde, geleneksel mirasa hâkimiyeti
de gerektirir. Orhan Veli’nin Garip
akımı içerisinde verdiği örnekler, Turgut Uyar’ın yazdığı Divan ve daha sonraki
2.Yeni’ye dâhil ettiğimiz şiirleri bu şairlerin gelenek mirasına son derece hâkim
oldukları için yenilik iddiasında dikkatleri çektiklerini düşünebiliriz. Şairin
peşinde olduğu ve bulduğu “yeni” kendini ve dünyayı ifade etme biçiminde bir
hakikat penceresi açar. Şiirin özü ve tekniği şairin bu emeğine hizmet eder.
Turgut Uyar’ın vurgusunu yaptığı “acemilik” bu yenilik ve hakikatin peşinde
olma gücü ve arzusudur.
Tevfik
Fikret, Fransız şiiriyle tanıştığında özellikle François Coppe’dan etkilenerek yenilik
iddiasıyla kendi şiirini yaratmaya koyulmuştu. Cemal Süreya Papirüs’te yazdığı
bir yazısında bu etkilenme durumunu Tevfik Fikret’in şiirde etkisizliğinin sebebi olarak
niteler. Süreya’ya göre Baudelaire
varken 3. Sınıf bir şairi örnek almak yanlış bir harekettir. Ona göre “iyinin
taklidi de iyidir.” Orhan Veli 1937’ye kadar içerikte Baudelaire’den fazlasıyla
etkilenmişti. Biçimde de Necip Fazıl etkisini taşıyordu. Daha sonra bu
etkilerden sıyrılarak Türk Şiiri’ne adeta darbe girişiminde bulunarak gündelik
hayatın küçük anlarını şiire dâhil etmişti. Burada vurgusunu yaptığımız
yetkinlik; şiirde yeniliğin kapısını zorlayan, eskiye dair her üretime bir
borcu olan yetkinliktir.

Yenilik ve
Evrensellik, kısaca “çağının şairi olmak” şairin ifade ettiği fikir ve
duyguların yüceliği, ülkesinin sınırlarını aşarak bütün insanlığın ortak malı
olmasına imkân verir. İnsanlığa ait
acılar, savaşlar, afetler, aşk, ölüm ve özgürlük gibi temalar tüm insanlığı
aynı duygularla sarar. Evrensele ulaşan yeninin kriteri de ancak farklı ve taze
bir söyleyiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder