Doğruyu Söylemek [i]
adlı eserinde Michel Foucault, Parrhesia (apaçık
doğruyu söylemek) kelimesinden ve tarihteki önemli örneklerinden bahseder.
Hiçbir şeyi saklamadan kalbi ve zihni konuşma yoluyla başkalarına açmaktır Parrhesia. Yalnızca doğruları apaçık
ifade etmek anlamıyla sınırlı değildir, söylendiğinde bir risk açığa çıkıyorsa
o fiil gerçek bir Parrhesia’dır. Bu
apaçık söyleme fiilini değerli kılan çok ciddi riskler taşımasıdır, ortaya
çıkan tehlike ölüm bile olabilir.
Günümüzde edebiyat eleştirmenliğine bakınca Parrhesia gibi ciddi riskler
içermemesine rağmen, sözü apaçık ve hakikatin ortasından söylemenin
zorluklarıyla karşı karşıya kalındığını görüyoruz. Özellikle şiir eleştirisinde
şahsi duygulardan beslenen, övgü-yergi seçeneksizliğinden kurtulamamış; bozup
yıkan, yeniden yorumlayan, teknik ve içerik kısıtlamasından bir tık öteye
bakmayı önemli saymayan bir yaklaşım çok yaygındır. Şiirde mevcut durum ve yeni
sorunlar üzerine eleştirmenlerin ilgisini çekecek, onları bu alana yöneltecek
herhangi bir saygınlık vaadi de maalesef ortada yok.
Bir şiirin yazıldığı zamana ait tüm verilerin şair,
eleştirmen ve okur sayesinde açığa çıktığını düşünürsek, şiirin kendinde
oluşturduğu duygunun peşine düşen okur ile şiirin biçiminden içeriğine, mevcut
tüm tasarımını inceleyen eleştirmen arasında oldukça soğuk görünen bir mesafe
vardır. Bu mesafe gittikçe büyümektedir. Okurun şiiri okuma-yorumlama biçimi
nesnel olmayabilir. Peki eleştirmenin yaklaşımı nesnel midir? Nurullah Ataç,
eleştirinin asla nesnel olmadığını savunur. “[Eleştirmen] kendi zevkini, kendi
düşüncelerini, kendi duygularını söyleyen bir sanat adamıdır”[ii]
Fakat eleştirmenin aşırı öznel tutumu onu, söylendiği gibi “eleştirmenlikten
denemeciliğe” götürür. Özellikle izlenimci eleştirmenin kendi iç dünyasına ve
tecrübelerine dönük eleştirileri de züppece bulunur ve haklı olarak sıkça
eleştirilir. Eleştirmen, eleştiriyi (edebi metni) yalnızca kendi ideal dünyasını
tanımlamak üzere kullanamaz.
Diğer yandan şiirin teknik ihtişamına, şiirsel tasarımına
yönelen eleştirmenin “kibirli beyniyle” göstermeye niyetlendiği şey yaptırımlarla
karşılaşabilir. “Kibirli beyin” Terry Eagleton’ın deyimiyle eleştirmen ve
teorisyen bahsi açılınca kullanılan beylik tanımlardan biri sadece. Eğitim
sisteminin çürük altyapısı sayesinde güçlenen bu görüş edebiyat fakültesi
öğrencileri de dâhil olmak üzere sıradan okura kadar ulaşmış durumdadır. Özellikle
edebiyat eğitiminde metne genellikle biçim teknikleri üzerinden, belirli
görüşleri öne çıkararak yaklaşma tutumu son derece yanlış bir stratejidir.
Tam da bu sebeple günümüzde şiir eleştirisi eğitimini adeta
yok olmaya yüz tutmuş bir zanaat gibi anarak Şiir Nasıl Okunur?’a başlıyor Terry Eagleton. Kitap Eleştirinin İşlevleri, Şiir Nedir?,
Biçimciler, Biçim Arayışı, Şiir Nasıl Okunur? ve Dört Doğa Şiiri olmak üzere 6 bölümden oluşmakta.
Eleştirinin İşlevleri’nde
edebiyat kuramcılarını aklayarak başladığı sözüne Marksist eleştiri
çerçevesinde sosyolojik ve toplumsal nedenleri yorumlayarak şiirde “deneyimin
ölümü”nden “ünlü muğlaklık”a kadar birçok alanda görüş bildirerek devam ediyor.
Eagleton’ın edebiyat teorisyenlerini aklarken referansları şöyle: “Gerçek şudur
ki, neredeyse bütün önemli edebiyat teorisyenleri titiz bir yakın okumaya girişirler.
Rus formalistlerinin Gogol veya Puşkin üzerine, Bahtin'in Rabelais üzerine,
Adorno'nun Brecht üzerine, Benjamin'in Baudelaire üzerine, Derrida'nın Rousseau
üzerine, Genette veya de Man'ın Proust üzerine, Hartman'ın Wordsworth üzerine,
Kristeva'nın Mallarme üzerine, Jameson'ın Conrad üzerine, Barthes'ın Balzac
üzerine, lser'in Henry Fielding üzerine, Cixous'nun Joyce üzerine, Hillis
Miller'ın Henry James üzerine okumaları bunun bir dolu örneğinden yalnızca bazılarıdır.”
(s.16)
Bu titiz, saygıdeğer ve başarılı okumanın sağlam temelini
yine kendisi açıklar: “Aynı zamanda kendileri de edebi sanatçılardır. Edebiyat
üzerine yorum yapma faaliyeti sırasında kendileri de edebiyat üretirler.”
(s.16)
Eagleton, açık sözlü tavrı ve yerini bulan yargılarıyla şiir
eleştirisine durum tespiti ve yorumdan sonra bolca şiir alıntısıyla devam
ediyor. Kitabın başında ilginç bir tavır sergileyerek “deneyimi az olan okurlar
kitabın 4. Bölümünden okumaya başlayabilir” şeklinde tavsiyede bulunuyor. Bu
tavsiyenin nedenini, anlayan ve anladıkça anlatanı daha az kibirli bulan bir
kitleye de ulaşma niyeti şeklinde yorumlayabiliriz. İşin aslı ise, kitabı
“teori” bilgisini arttırmak için eline alan edebiyat öğrencilerine, “yeni
başlayan” şiir okurlarına yazarın şiirde biçimsel yaklaşımını göstermek
olabilir. Çünkü şiirlerin Uyak, Sözdizimi, Noktalama özelliklerine değinirken
İngiliz şiirinin genel özelliklerini tanımlar fakat bunları esas almaz.
“Şiir bütünüyle kendine has organik bir toplumdur, bir
bütünlük ve uyum paradigmasıdır” (s.40) şeklinde şiiri tanımlarken metnin tıpkı
toplumlardaki gibi hiyerarşisinden söz açar. Bazı katmanları egemen olan toplumlar
gibi diğer yarısı başkalarının emri altındadır. Bu yönüyle her kelimenin
değiştirilemez bir sağlamlıkta yeri sabittir. Şiirin kelimeleri
değiştirildiğinde kaybedilen şiirsel yapısını dilin edebileşme sürecine bağlar.
Edebileşme, dili gündelik halinden uzaklaştırarak okura karşı
yabancılaştırmaktır. Bu yolla şiirsel dil kurulur. Fakat Eagleton’ın deyimiyle edebi dil gündelik dile sistematik bir
şiddet uygular. Bu sebeple şiirde edebi dil tamamen göreceli bir kavramdır.
Kültürden kültüre, toplumdan topluma değişkenlik gösterir. Dili aşırı derecede
pragmatik ve araçsal hale gelmiş toplumlar genellikle biçimcidir ve fikirlerini
evrensel bir şiir teorisi şeklinde sunarlar. Bu toplumsal düzende “Şiir,
sözcükleri solmuş, konuşmaları da yiyecekleri kadar yavan ve lezzetsiz hale
gelmiş ve deneyimleri sıkıcı bir şekilde rutinleşmiş modern kişiler nezdinde
bir tür manevi terapidir.” S.81
Şiirsel tasarım şablonları, şiirin öne çıkarılan biçim özellikleri
ile şiir eleştirisinde başvurulan kısıtlı teorilerin tamamen karşısında duran Eagleton,
bir teorisyen olarak her şeyden önce
içeriğe yönelir. Dünya görüşünün
belirlediği bir eleştirel yaklaşımla edebi metinlere ait nedensel bağlantıları önemsediğinden;
felsefe, tarih, siyaset, sosyoloji gibi
geniş alanlar açarak şiirsel içeriği anlamlandırdığı kitabı Şiir Nasıl Okunur? daha önce Agora Kitaplığı’ndan yayımlanmıştı.
Aynı çeviriyle Ayrıntı Yayınları’ndan 2015 Ekim’inde çıkan kitabı edebiyat
öğrencilerinden, şiir teorisyenlerine, acemi okurdan şaire kadar edebiyatla her
mesafeden ilgilisinin dikkatine sunuyoruz.
Terry Eagleton
Şiir Nasıl Okunur?
Ayrtıntı Yayınları (Sanat ve Kuram)
İstanbul, 2015