13 Mart 2016 Pazar

ŞİİR NASIL OKUNUR? / Terry Eagleton

Doğruyu Söylemek [i] adlı eserinde Michel Foucault, Parrhesia (apaçık doğruyu söylemek) kelimesinden ve tarihteki önemli örneklerinden bahseder. Hiçbir şeyi saklamadan kalbi ve zihni konuşma yoluyla başkalarına açmaktır Parrhesia. Yalnızca doğruları apaçık ifade etmek anlamıyla sınırlı değildir, söylendiğinde bir risk açığa çıkıyorsa o fiil gerçek bir Parrhesia’dır. Bu apaçık söyleme fiilini değerli kılan çok ciddi riskler taşımasıdır, ortaya çıkan tehlike ölüm bile olabilir. 
Günümüzde edebiyat eleştirmenliğine bakınca Parrhesia gibi ciddi riskler içermemesine rağmen, sözü apaçık ve hakikatin ortasından söylemenin zorluklarıyla karşı karşıya kalındığını görüyoruz. Özellikle şiir eleştirisinde şahsi duygulardan beslenen, övgü-yergi seçeneksizliğinden kurtulamamış; bozup yıkan, yeniden yorumlayan, teknik ve içerik kısıtlamasından bir tık öteye bakmayı önemli saymayan bir yaklaşım çok yaygındır. Şiirde mevcut durum ve yeni sorunlar üzerine eleştirmenlerin ilgisini çekecek, onları bu alana yöneltecek herhangi bir saygınlık vaadi de maalesef ortada yok.
Bir şiirin yazıldığı zamana ait tüm verilerin şair, eleştirmen ve okur sayesinde açığa çıktığını düşünürsek, şiirin kendinde oluşturduğu duygunun peşine düşen okur ile şiirin biçiminden içeriğine, mevcut tüm tasarımını inceleyen eleştirmen arasında oldukça soğuk görünen bir mesafe vardır. Bu mesafe gittikçe büyümektedir. Okurun şiiri okuma-yorumlama biçimi nesnel olmayabilir. Peki eleştirmenin yaklaşımı nesnel midir? Nurullah Ataç, eleştirinin asla nesnel olmadığını savunur. “[Eleştirmen] kendi zevkini, kendi düşüncelerini, kendi duygularını söyleyen bir sanat adamıdır”[ii] Fakat eleştirmenin aşırı öznel tutumu onu, söylendiği gibi “eleştirmenlikten denemeciliğe” götürür. Özellikle izlenimci eleştirmenin kendi iç dünyasına ve tecrübelerine dönük eleştirileri de züppece bulunur ve haklı olarak sıkça eleştirilir. Eleştirmen, eleştiriyi (edebi metni) yalnızca kendi ideal dünyasını tanımlamak üzere kullanamaz.
Diğer yandan şiirin teknik ihtişamına, şiirsel tasarımına yönelen eleştirmenin “kibirli beyniyle” göstermeye niyetlendiği şey yaptırımlarla karşılaşabilir. “Kibirli beyin” Terry Eagleton’ın deyimiyle eleştirmen ve teorisyen bahsi açılınca kullanılan beylik tanımlardan biri sadece. Eğitim sisteminin çürük altyapısı sayesinde güçlenen bu görüş edebiyat fakültesi öğrencileri de dâhil olmak üzere sıradan okura kadar ulaşmış durumdadır. Özellikle edebiyat eğitiminde metne genellikle biçim teknikleri üzerinden, belirli görüşleri öne çıkararak yaklaşma tutumu son derece yanlış bir stratejidir.
Tam da bu sebeple günümüzde şiir eleştirisi eğitimini adeta yok olmaya yüz tutmuş bir zanaat gibi anarak Şiir Nasıl Okunur?’a başlıyor Terry Eagleton. Kitap Eleştirinin İşlevleri, Şiir Nedir?, Biçimciler, Biçim Arayışı, Şiir Nasıl Okunur? ve Dört Doğa Şiiri olmak üzere 6 bölümden oluşmakta.
Eleştirinin İşlevleri’nde edebiyat kuramcılarını aklayarak başladığı sözüne Marksist eleştiri çerçevesinde sosyolojik ve toplumsal nedenleri yorumlayarak şiirde “deneyimin ölümü”nden “ünlü muğlaklık”a kadar birçok alanda görüş bildirerek devam ediyor. Eagleton’ın edebiyat teorisyenlerini aklarken referansları şöyle: “Gerçek şudur ki, neredeyse bütün önemli edebiyat teorisyenleri titiz bir yakın okumaya girişirler. Rus formalistlerinin Gogol veya Puşkin üzerine, Bahtin'in Rabelais üzerine, Adorno'nun Brecht üzerine, Benjamin'in Baudelaire üzerine, Derrida'nın Rousseau üzerine, Genette veya de Man'ın Proust üzerine, Hartman'ın Wordsworth üzerine, Kristeva'nın Mallarme üzerine, Jameson'ın Conrad üzerine, Barthes'ın Balzac üzerine, lser'in Henry Fielding üzerine, Cixous'nun Joyce üzerine, Hillis Miller'ın Henry James üzerine okumaları bunun bir dolu örneğinden yalnızca bazılarıdır.” (s.16)
Bu titiz, saygıdeğer ve başarılı okumanın sağlam temelini yine kendisi açıklar: “Aynı zamanda kendileri de edebi sanatçılardır. Edebiyat üzerine yorum yapma faaliyeti sırasında kendileri de edebiyat üretirler.” (s.16)
Eagleton, açık sözlü tavrı ve yerini bulan yargılarıyla şiir eleştirisine durum tespiti ve yorumdan sonra bolca şiir alıntısıyla devam ediyor. Kitabın başında ilginç bir tavır sergileyerek “deneyimi az olan okurlar kitabın 4. Bölümünden okumaya başlayabilir” şeklinde tavsiyede bulunuyor. Bu tavsiyenin nedenini, anlayan ve anladıkça anlatanı daha az kibirli bulan bir kitleye de ulaşma niyeti şeklinde yorumlayabiliriz. İşin aslı ise, kitabı “teori” bilgisini arttırmak için eline alan edebiyat öğrencilerine, “yeni başlayan” şiir okurlarına yazarın şiirde biçimsel yaklaşımını göstermek olabilir. Çünkü şiirlerin Uyak, Sözdizimi, Noktalama özelliklerine değinirken İngiliz şiirinin genel özelliklerini tanımlar fakat bunları esas almaz.
“Şiir bütünüyle kendine has organik bir toplumdur, bir bütünlük ve uyum paradigmasıdır” (s.40) şeklinde şiiri tanımlarken metnin tıpkı toplumlardaki gibi hiyerarşisinden söz açar. Bazı katmanları egemen olan toplumlar gibi diğer yarısı başkalarının emri altındadır. Bu yönüyle her kelimenin değiştirilemez bir sağlamlıkta yeri sabittir. Şiirin kelimeleri değiştirildiğinde kaybedilen şiirsel yapısını dilin edebileşme sürecine bağlar. Edebileşme, dili gündelik halinden uzaklaştırarak okura karşı yabancılaştırmaktır. Bu yolla şiirsel dil kurulur. Fakat Eagleton’ın deyimiyle edebi dil gündelik dile sistematik bir şiddet uygular. Bu sebeple şiirde edebi dil tamamen göreceli bir kavramdır. Kültürden kültüre, toplumdan topluma değişkenlik gösterir. Dili aşırı derecede pragmatik ve araçsal hale gelmiş toplumlar genellikle biçimcidir ve fikirlerini evrensel bir şiir teorisi şeklinde sunarlar. Bu toplumsal düzende “Şiir, sözcükleri solmuş, konuşmaları da yiyecekleri kadar yavan ve lezzetsiz hale gelmiş ve deneyimleri sıkıcı bir şekilde rutinleşmiş modern kişiler nezdinde bir tür manevi terapidir.” S.81
Şiirsel tasarım şablonları, şiirin öne çıkarılan biçim özellikleri ile şiir eleştirisinde başvurulan kısıtlı teorilerin tamamen karşısında duran Eagleton,  bir teorisyen olarak her şeyden önce içeriğe yönelir.  Dünya görüşünün belirlediği bir eleştirel yaklaşımla edebi metinlere ait nedensel bağlantıları önemsediğinden;  felsefe, tarih, siyaset, sosyoloji gibi geniş alanlar açarak şiirsel içeriği anlamlandırdığı kitabı Şiir Nasıl Okunur?  daha önce Agora Kitaplığı’ndan yayımlanmıştı. Aynı çeviriyle Ayrıntı Yayınları’ndan 2015 Ekim’inde çıkan kitabı edebiyat öğrencilerinden, şiir teorisyenlerine, acemi okurdan şaire kadar edebiyatla her mesafeden ilgilisinin dikkatine sunuyoruz.
Terry Eagleton
Şiir Nasıl Okunur?
Ayrtıntı Yayınları (Sanat ve Kuram)
İstanbul, 2015





[i] Michel Foucault, Doğruyu Söylemek, çev .Kerem Eksen, (İstanbul: Ayrıntı yay., 2010)
[ii] Nurullah Ataç, Söyleşiler, (İstanbul, YKY, 2007), s. 50-51

2015'ten Şiir Kitapları

Beklenen Vaatlerin Temini

Şiir, okuruna yaşanmış fakat fark edilmemiş süreçleri, beraber solunmuş ama yorumlanmamış toplumsal havayı, dilin kaynaklarını ve sınırlarını vaat eder. Bu yönleriyle yeni şiirler ve yeni kitaplar beklenen bir vaade dönüşür. Yazmaya yeni başlayan genç şairlerden de bu vaatleri ne kadar taşıyıp taşımadıkları gözlenir. Yazılan her şiirde ortaya çıkarılacak olan özgünlük, farklılık, bambaşkalık beklenir. Şiirler yazılır, birikir, kitaplar çıkar ve eleştirmenler, okurlar ve şairler  –en çok bekleyenler- şairin söylediklerinin cazibesine kapıldıkları ölçüde o şiirleri “büyük” bulurlar. Şairin sezgisinin ve aynı zamanda bilgisinin ulaştığı noktalar ne kadar zenginse ve bu zenginliği şiirinde ne kadar bütünlük içinde barındırıyorsa “bekleyenler” şiirin bir ruhu ele geçiren neşesine erişirler. Şiir neşe vermez, bu neşe zannedilen şey düşünce biçimindeki sıçramadır. Kısa bir süre sonra bu zihinsel sıçrama müthiş bir acıya dönüşür. Anlamanın acısı. Neşe daima beklenen bir şey olsa da, şiirin vaadinin temini acıyla karışık olsa da doyurucudur. Bir şiiri anlamak, o şiiri açıklayabilmek değil;  şiirin ruha sıçrayan kıvılcımını hissedebilmektir. 

Kendi dilini kuran, özgünlüğünü ortaya çıkaran şairi de bekleriz. Bu temeli atılmış şiir kendine nasıl bir yol seçmiştir, şair zaman içerisinde kendini tekrar mı edecektir? Tecrübelerini aktarma biçimini, şiire dair ilkelerini ne kadar korumaktadır? Verimlilik, bir şairi bekleyen her türden olumsuzluğa karşı en büyük zırhtır. İçerik bağlamında zenginlik şeklinde daha önce ifade ettiğimiz unsur ise şairin sezgi ve bilgisinin çeşitliliğidir. Buna sahip olan bir şairin her yazdığını bekleriz.  Kendine özgü bir bütünlüğü bize sunan şairin ustalaşma sürecini bekleriz.


Bize vaat edilen şiirleri beklemekle geçirdiğimiz 2015 yılı da geride kaldı. Gençlik, toyluk, gözü karalık, bilgelik, ustalık, zenginlik, bütünlük ve tümden hayatın şairlerden düşen parçalarına rastladığımız şiir kitapları şiir tarihine eklendi. 

2015 Yılında İLK KİTAPLAR:

Hüseyin Karacalar, Cevapsız Aramalar, Ebabil. Şiirlerini Aşkar, Karagöz, Mahalle Mektebi ve Hece dergisinde yayımlayan Karacalar’ın ilk kitabı 18 şiirden oluşuyor.  Az ama öz yazan şairlerden. Dili tertemiz ve ferah. Şiirleri bilinç eşiğinde nefes alan epik şeklinde özetlenebilir. Bu epiği en güzel karşılayan şiiri; Sen Muş’ta Uzak Bir Kışta.
lan,
Parçalanıyorsun/Seni parça parça ediyorlar farkında değiller/Bilerek elimde değiller/Bir şeylere bağlamak istiyorum uzakları/Bir şeyler elimden gelse keşke/Doluya koysam dolu boşa koysam boş diyecekler/Gözümüzün önünde arayıp da bulamadığımız/Sis içinde kaybettiğimiz derinlik/Bilinmeyen bir nedenle yazılan şiir/Kapalı kapılar ardındaki toplantılar kadar ilginizi çekebilir.

Muhammed Mücahit Yılmaz, Bir Sabahı Uyandırmak,  İzdiham. Bir inançla ve diri akılla yaşadığı şehre, insanlara, dünyaya bakmak var Yılmaz’ın şiirlerinde.  İçe dönük olmanın aksine sorgulamanın tabii enerjisini taşıyan bir şiiri var. Şehir Anatomisi adlı şiirinden:

herkes zalimdir kendi gözüne karşı/gözünden kir akar şehrin içinde herkesin/herkes hep dua eder ve hiç inanmaz/kimse sormaz herkes ölüyor ama nereye/kimse kimsenin derdini bilmez ama masalarda/herkes herkese meze.

Süleyman Unutmaz, Fena, İzdiham. İlk şiiri 1999 yılında Kaşgar dergisinde yayımlanmış Unutmaz’ın uzun bir aradan sonra ortaya çıkan ilk kitabı Fena. Şiirsel tekniklerin, çeşitliliğin ve yeniyetme heyecanı ile yetişkin olma arasında gidip gelen bir şair öznenin ortaya çıktığı bir şiiri var.

Hayır şair de değilim
Estetik bi öfkenin peşindeyim ben
Biraz da adil bi öfkenin
Yankısı geri dönen bi öfkenin
Oysa düşmanlarımın suskunluğundan
Ağrılar saplanıyordu hırçınlığıma.

Ümit Güçlü, Dehşetler İçerisinde, Hece.  1989 doğumlu Güçlü, Bünyamin K. ile birlikte Kuyudaki Koro dergisinin editörlüğünü üstlenmişti. Aynı zamanda şiirleri Hece, Hacı Şair, Japonya,  Mahalle Mektebi, Bakmaklar,  Evde Yoktum ve Ayraç dergilerinde yayımlanan şairin ilk kitabı Dehşetler İçerisinde şiirsel dilin hareketli evrelerine örnek teşkil ediyor.

yeni sorulara başladım. dehşet
yirmi beş yaşım pişmanlıkla
toz toprak kanla
utanç içinde kin nefret can 
çıkmasıyla burnumun üzerine 
düştüm ısırdım dilimi
geçmedi şaşkınlık 
geçmedi hayret. 

İrfan Çevik, Derkenar Şiir, Hece.  İlk kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği 2015 Şiir Ödülünü alan Çevik’in sade ve sakin bir şiirde mukim olduğu gözleniyor.

Ebubekir’i seçmiştim mahlasta/O büyük devrimcinin yanındaki/Umut dedi Gaffar/Ben Sonumut/Siperinde delik deşik edilmiş/Bir gerilla gibi/Düşleri sarıyor bedenini/Bir deniz feneri Edebiyat/ Öyle duruyor yerinde/Sular çekilse/Gemiler geçmese de.

Yusuf Koşal, Alnımda Kanat İzleri, Şule. 1990 doğumlu Koşal’ın şiirlerinde tarihi, mistik, güncel, bireysel tüm tecrübeler olgun bir dille aktarılıyor. Hiçbir fazlalık, laf kalabalığı, taşkınlık veya söz artığı bulunmayan 29 şiirden oluşuyor Alnımda Kanat İzleri.

Helikopter sesi helikopter böceği helikopter/baba sen mi çağırdın baba kim bu kuşların sahibi/tuzlu biberon mu aldın bize göklerden değdi ağzıma/taşı koyacak tencereyi satacak adam da kayıp/üşümek ayıp. bizi titrerken gördüler mi susalım.

Fuat Eren, Kokusuz Bahçeler, Şule.  Su kelimesini çok seviyor Eren. Şiirinde kurduğu lirizmi genellikle Su imgesiyle besliyor, akıcı bir lirizm dolu şiirler.

karışık adımlarla yalpalasan da vur kendi kendine/yatakları dikenle dolu durgun aksa da derelerin/geceleri dünyalar doğuruyor tahta kulübe/iki büklüm, sırtı saraylara dönük/sezmeye yarayan ışıltı, güneş sandığımız kabarcık/ben sandığım, alabildiğine köpük/hepsi eriyor birden, her/taşta volkanlar saklı/varılmaz ufuk, ne güzel şey küçüklük

M. Emirhan Kömürcü, Rahat Makine, Şule. 1993 doğumlu Kömürcü’nün kıvrak dili, dünü, bugünü ve ânı yorumlayan imgeleri oldukça güçlü. Rahat Makine, iyi bir kitap, daha iyi şiirlerin de habercisi.  Evrensel Orkestra şiirinde evreni dört ana unsura böler gibi Nefesliler, Vurmalılar, Yaylılar, Telliler başlıklarıyla yazdığı şiirden-başka hiçbir benzerlik olmasa da Rıdvan Gecü’nün Orkestra adlı kitabını da akla getiriyor-:

Telliler: evrendir ki-kurgulanmış boyutlarda/bağdaşarak ağlayarak oğulları/ölen analara ve ölen analara/her duygunun kendisine benzer/o bilge bağırtılarını uçsuz/elleriyle ovan

Ergun Tavlan, Sesleri Alan- Heterotopya. İmece adlı e-dergiden tanıdığımız Tavlan’ın ilk kitabı şairin kendine özgü şiir dilini iyi yansıtıyor. Şiirinde kurgu ve aykırılık özelliğini incelikle işleyerek minör bir şiir alanı açıyor. Ömer Şişman’a ithaf ettiği ve tıpkı Ömer Şişman gibi harf ve hece eksilterek yazdığı şiiri İslâmî Usullere Göre Bir Gömme Töreni’nin girişi şöyle:

viye edilerken küreklerle

zarına atılan son topraklar
şil atlı ağabeyin
mam, ayakta, duaya başlıyor 7-

-8 adımla çizdiği yarım ayın
mülecek noktasında çömüyor
sekten dizden veriyor talkını

 Selcan Peksan, Mağara Vardır, 160.Km. 1982 doğumlu Peksan’ın şiirlerinde ilginç ve kurgusal bir gerilim var. Bu gerilimi tarihten, müzikten, yalnızlıktan, ölümden kısacası bilindik fakat her tecrübenin ayrı önem taşıdığı bireysellikten alıyor.

süslü bir hediye kutusunda
dikey zikzak - yatay hiyerarşi
ve asaleti bağlanmış saten bir kurdeleyle
yükseldik cesetlerimizin üstüne basa basa.
"beyler" dedi maestro, “aramızda
erdem sahibi üç kişi kalmışsa"
farkında değildir onlar da"
kazanan olsa olsa nomenklatura
-dönüş serbest, dönüş serbest yolda-

Mehmet Karaca, Tuz Açlığı, Varlık.  2015 Yaşar Nabi Nayır şiir ödülüne layık görülen Karaca’nın Tuz Açlığı kitabı sürekli ve dönerek anlatan, bütünlüğü böylece koruyan, çalışılarak fazlalıklarından arındırılmış şiirlerin toplamı.

bana adımla seslenin/bir yerden atlamazdım. metroya binmezdim. karnımdaki kan/ yerinde dururdu. aitlik karmaşa değildir/ben adıma aitim yani beni karıştırmayın/bir kez seslenirseniz “efendim” diyeceğim/peki sevinç nasıl ifade edilir/ona çalışmalıyım.

2015’in Ustaca ve Ustalaşma Yolunda Diğer Kitapları:

Hicabi Kırlangıç, Üç Defter, Ebabil
 Ebubekir Eroğlu, İçkale, YKY
Hüseyin Atlansoy, Şehir Konuşmaları, Hece
Cevdet Karal,  Cesedi Nereye Gömelim, Everest  (Necip Fazıl Şiir Ödülü)
Ömer Erdem, Pas, Everest  (Dağlarca Şiir Ödülü)
Hasan Akay, Ehlidildeniz, Şule  
Asuman Susam, Kemik inadı, Can yayınları
Nazmi Cihan Beken, Et Kısmı Damgası, 160.Km
Rıdvan Gecü , Orkestra,160. Km
Murat Çelik, Taşra Bitki Örtüsü ve Parseller- Heterotopya
Enis Akın,  Mutsuzluk, Natama
Mehmet  Öztek, Herkes İyi mi, Natama
Mihrap Aydın, Az Daha Güzeldik, Natama
Erdem Arslan , Topla Yüzünü Palyaço, İzdiham
Meryem Kılıç, Sokaktan  Kuyudan Şarkıdan,  Şule
Sümeyra Yaman, Eğer Bensem, Şule
Murat Batmankaya, Şenayi, Şule

Ayrıca Necat Çavuş, Baki Ayhan T. ve İhsan Deniz’in Toplu Şiirler’i unutulmamalı.


11 Şubat 2016 Perşembe

KİMSE OKUYARAK YORULMAK İSTEMİYOR ARTIK/ Aşkar Dergisi 36*

*Aşkar Dergisi 36. sayıda  şair Hüseyin Karacalar'ın sorularını cevapladım. Kendisine yeniden teşekkürlerimi gönderiyorum.


- Merhaba Zeynep, öncelikle ikinci şiir kitabın “Orada Merhamet Varmış” hayırlı olsun. “Balkondan Sivas’a selam” ilk mısra.  Bizde Sivas’tan Türkiye’ye seslenen Aşkar Dergisi olarak “Aleyküm Selam” diyerek söyleşimize başlıyoruz.

Evet Hüseyin, az değil Sivas ile altı yıl komşuluk ettim. O soğuk kış günlerinin bahar gelir gelmez balkona çağıran etkisini sen de bilirsin. Şimdi düşündüm de bir tür balkon konuşması gibi duruyor, aslında sağlam bir yalnızlığın tesellisi. Şimdi de Kocaeli’den çok Selam ediyorum…

- Kitabın ilk şiiri üzerinden iki soru sormak istiyorum.  “Foxtrot” un bir denizcilik terimi olduğunu dipnottan öğreniyoruz. “hareket edemiyorum benimle irtibat kurun” anlamına gelen bir terim.  Bu sinyalin okuyucuya olduğunu düşünürsek bir şair olarak okurdan nasıl bir beklentimiz olmalı? Okur var mı? Bir beklentimiz olmalı mı? Madem okur şairleri, yazarları sorguluyor bizde ilk sorumuzla okuru ve durumunu konuşalım.

Okurun benimle ne tür bir irtibat kuracağını seçmek isterdim. Fakat seçemiyorum. Şiirimi okuyan herkes bir şekilde kendinden haberdar olmuş oluyor. Şairin hareketsizliği orada etkili bir imge ama yanıltıcı. Çünkü dil en güçlü hareket alanı şairin. Ben bir oyun kurucuyum. Okur da oyunuma isterse, anlarsa katılır. Okur, kendi birikimi üzerine bir şeyler koyarak şiire yaklaşıyor. Ne kadar çok kitap, ne kadar çok şiir okursa yeni bir şiire o kadar iyi yaklaşacaktır. Ben okurumu yormak isterdim. Açıkçası kimse okuyarak yorulmak istemiyor artık.
 
 
 
- Yine “Foxtrot” şiirinde taşradan hayata giden akan bir yolculuk var. Taşradan sesleniş, içinizde çoğalan bir özlem ve taşrayı bir gözlem.  Şairin yaşadığı yerin şiirine ne gibi katkısı olur, sizi nasıl besler mekanlar?
Taşrada hissettiğim yalnızlık beni nereye sürükledi, şimdi sadece bununla ilgileniyorum. Şair resti çekip giderken dünya arkasında dursun istermiş. Cöntürk öyle yorumluyor Uyar’ı. Ben de bir rest ile gittim Anadolu’ya. Dünya arkamdan gelmedi ama.
Orada yazdığım şiirimde uyanıp kendime sarılmaktan bahsediyordum, güvercinlerle konuşmaktan, bize sarılmayı öğreten şeyi keşfediyordum. Bazı konuları döne döne anlatmayı çok seviyordum. Orası tekrarlar demekti. Tekrarlar  beni korkutur, yabancılaştırır. Kendimi tekrar etme korkusundan da bahsediyorum. Tokat’ın bir köyündeyken şiirsel bir gerilim hissetmiyordum pek. Oysa çok gergindim. Şimdi İzmit çok kalabalık ve gerilimli fakat şiirimde bir durulma hissediyorum. Zihnen hazır olduğumuz durum bizi gelip bulduğunda şiir olacak sanıyoruz. Oysa şiir gelip bizi buluyor ve zihnimiz onu bazı çarpışmalar halinde, bazı şimşek çakışları, bazı flaşlar şeklinde “anladığını” sanıyor. Hiçbir zaman, hiçbir şeye dış etkenler bizi hazırlamıyor. Bizi zihnimiz hazırlıyor; eğer bilgi ve tecrübeyi de yabana atmazsak içimizi büyüten, genişleten, bakışımızı değiştiren şey içeriden dışarıya bakmayı öğrenmek aslında.
 
-  İkrar 2006 yılında çıktı ve zaman içerisinde 3. Baskını yaparak kitap raflarında yerini aldı. Orada Merhamet varmış ise Mayıs 2015’te basıldı. 9 yıllık bir ara gibi görünüyor kitap bekleyenler için. Oysa bu süre zarfında dergileri takip edenler bu boşluğu çok hissetmedi en azından ben öyle hissetmedim. Dergilerde şiirleriniz yayımlandı ve Zeynep Arkan şiiri kendini gösterdi. Yani bir boşluk olduğunu siz hissettiniz mi? Kitap olmadan bir şairi takip etmek bu kadar güç mü?
Benim hissettiğim boşluklar hayatın hınca hınç dolduğu yerlere aitti. Şiirin şairi bir karar aşamasına getirip bırakması var ya hani. Baş dönmesi, uçurum.  Yaşamak niye uçurum olsun ki değil mi? Bunun cevabını şiirle haşır neşir olan herkes bilir.
Kitabım olmadan da çok yakından takip edildiğimi gördüm, yayımladığım şiirlerin yankısı bana daima dönmüştür. Bunun ne çok kitap veya şiir yayınlamakla ilgisi var, ne de ortada olmakla. Sadece şiir yazmakla ilgili.
 
 
- Şiirde değişmekten korkmadığınızı söylüyorsunuz. Değişimi ve gelişimi bizzat şiir üzerinden yürütmek bir poetik hamle olarak mı görüyorsunuz? Yazdığım bu teknikte artık bana yer yok değişmem gerek dediğiniz oldu mu? Yani bir eşik sorunu yaşadınız mı?
Şiirde değişmekten korkmuyorum, çünkü sürekli değişiyorum. İkrar’a isim düşünürken İkrar’ın “sözü sakınmadan, apaçık söylemek” manası beni çok etkilemişti. Şiirlerimi tanımladığını düşünmüştüm. Apaçık haykırdığım sözler daha sonra sıkça edilen dualara dönüştü, kabul edilen veya reddedilen dileklere dönüştü, kırıldıkça susan bir kalbe dönüştü, dövüşe dövüşe varılmayan bir cennete dönüştü. Bunu poetik bir hamle olarak görürsem işin içine bir bilinç katmış olurum. Böyle bir bilinç içinde olmak istemiyorum.
- Bir poetik kuram ve çevre içinde kendinizi konumlandığınız bir yer var mı? Bireysel misiniz?
Tamamen bireyselim. Şiir yayımladığım dönem itibariyle 2000 kuşağı genel olarak böyle bir tıynet gösterdi. Göstermeyenler de oldu.
- Bir söyleşinizde ‘aradan geçen yıllarda merhamet kelimesini öne çıkaran bir bakış açısı kazandım’ diyorsunuz. Okurlar merhamet kısmına oldukça yoğunlaşmış durumda. Ben ise “Orada”yı merak ediyorum. “Orası” neresi biraz anlatır mısınız?
Bu soruyu çok sevdim, çünkü merhamet kadar “orada”dan da bahsetmek istiyordum. Bir masalsı eda içinde işaret ettiğim yer insanların ilk aklına gelen yer olmalı. Fakat eminim, insanların aklına hiçbir yer gelmiyor. Çünkü merhametin sadece adı vardır evi yoktur,  kalplere yakıştırılır. Bir eda, bir tavır ile hissedilen bir şey merhamet. Kalbin çok yumuşaması ama hep aynı kıvamda kalması da gerek. Günahkâr kul, hayırsız evlat vs. Hep bir üst makamdan merhamet görecek olanlar. Çünkü annenin merhamet etmesi için kalbinin biraz daha yumuşamasına gerek yok. Allah, Rabbimiz Rahîm’dir zaten. Fakat bizim aramızda merhameti inşa edecek olan nedir? Aramızda merhamet yok. Ancak “Orada” var.
...
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

ŞİİRDE MİLLİLİK VEYA GELENEK, EVRENSELLİK VE YENİLİK KRİTERLERİ* / Zeynep ARKAN

* Karabatak Dergisi'nin 24. sayısında yayımlanmıştır.


“Türkiye bugüne dek milli odak fikrini ancak şiirle koruyabilen bir toplum olagelmiştir ...”      
                                                                          İsmet Özel, Konya Tüyap 2006                     




Şiirde kriterler denince akla hemen belirli teknikler üzerinden oluşturulmuş şablonlar, dayatmalar gelebilir. Oysa şiir belli bir teknik veya içerik üzerinden tanımlanacak bir şey değil. Millilik ise kapsamı son derece geniş bir kavram olduğundan, konuyu Türk Şiir tarihi üzerinden değerlendireceğiz.

Türk Şiiri’nde Millilik, Yahya Kemal ile literatüre girmiştir. Yahya Kemal, Ezansız Semtler adlı yazısında Türk halkını ayakta ve bir arada tutan unsurlara dikkat çekerken bir rüyadan bahseder.  Havası ve toprağı ile Müslüman olan semtlerde yaşayanlar, eskisi gibi Türk çocuklarına ait olan rüyayı artık görememektedir… Ezan sesi duymayan, ibadet telaşına şahit olamayan çocuklar milli heyecanlara da uzaktır. Yahya Kemal’a göre bunun sebebi “medenileşme ve alafranga eğitim”dir. Burada Türkiye tarihini derinden etkileyen Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi Batılılaşma hareketlerinin Türk aydınındaki reflekslerinden sadece birini temsil eder Yahya Kemal.  



Ezansız Semtler” adlı yazı 1922 yılında yayımlanmıştır. Bu yazıda mekânlar arasındaki kopuştan insanlar arasındaki ayrışmaya, halk ve aydın tabaka arasındaki yabancılaşmaya geçilir. Bu noktada, Yahya Kemal somut ve gerçekçi sayılabilecek bir çözüm sunar: Hangi nedenle olursa olsun, halkına yabancılaşmış ve halkından uzak düşmüş aydınların dönmeleri gereken yer, “anne-millet”tir.  Diğer bir deyişle “medreseden memlekete” yöneliştir. Fakat bu memlekete-millete dönüş eylemi uzun bir tarihsel süreç içinde gecikir; Türk yazar ve şairlerin eserlerinde açığa çıkan şekliyle çoğu etkisiz, kuru bir hamaset içerir. Yahut tamamen kötücül ve düşmancadır. Bütün bunların yanında yazdığı şiirlere baktığımızda Türk diline muhteşem katkılarının yanı sıra bireye ve duygularına dönük bir Yahya Kemal görürüz.
 
Türk şiir tarihinde bilindiği üzere Milli Edebiyat hareketi 1911-1923 yılları arasında devam eden Genç Kalemler dergisi ile başlatılan bir süreç: Mehmet Emin Yurdakul, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem bu dönemin başlıca temsilcileridir. Milli Edebiyat dönemi, Türkçü Edebiyat şeklinde de anılır. Daha önceki edebi akımlar, girişimler de mutlaka Türk edebiyatını temsil etmekle birlikte Milli Edebiyat döneminde Türklük vurgusu sıkça yapılmıştır. İçinde bulunduğu tarihsel süreç açısından Millilik kavramının elastikiyeti Fransız Devriminin izlerini taşır. Milli Edebiyat kavramı özellikle bu dönemde gençlik&gelecek vurgusuyla beraber sıkça anılır.
Milli Edebiyat, bu dönemde adeta bir propaganda şeklinde şiirde Anadolu’ya bakışı öncelemiştir. Anadolu insanı prototip hâline getirilmiş; Faruk Nafiz’de ve tıpkı Ziya Gökalp’in şiirinde olduğu gibi anlatım tekniği bakımından ben-sen ayrımına gidilerek yerli ve millî değerler yine Anadolu coğrafyası üzerinden somut bir ilham kaynağı şeklinde kurgulanmıştır. Dilde sadeleşmeyi, vezin olarak da hece ölçüsünü savunur. Cumhuriyet döneminde de hece vezni devlet eliyle desteklenmiş, şiirin geçerliliği haline getirilmiştir. Özetle, dilde sadeleşme, hece vezni (milli vezin), tema olarak Anadolu insanının, toplumsal alt katmanların sorunlarını dile getirme milli edebiyatın temel görüşleridir.
 
“Millî” kelimesinin “genel ve bir milletin tamamını kuşatan” anlamı bu kelimeye bir kullanışlılık katıyor. Fakat biz Cumhuriyet döneminde desteklenip öne çıkarılan bu kavramı “Yerlilik” refleksinden farklı biçimde algılıyoruz. Çünkü bir yere ait olanın kendi varlığını koruma refleksi ile genele yayılan varlığını devam ettirme güdüsü her zaman çakışmaz. Edebiyatı sadece bir ölçü ve biçim öne sürerek “Milli” diye nitelemek de yanlış. Milli edebiyat için vezin ve dil birliği içerisinde olunması bir yana, konu bağlamında herhangi bir müdahale olmaması gerekir. Şiirde millilik kavramı, tabii ki Milli Edebiyat özellikleriyle sınırlandırılacak bir şey değildir. Vezin, ölçü gibi özellikler bir teknik olarak şiiri oluşturur.  Bir eseri milli yapan unsur, dilin yanı sıra Nuri Pakdil’in deyimiyle “yerlilik” içermesidir. Yerlilik, dilin hayat bulduğu topraklara ait olan inançtır, beraberlik duygusu ve gücü aşılayan folklorik, coğrafi ve siyasi unsurlardır. Var olma, kendi varlığını koruma refleksi başkalarının fiziksel ve ruhsal varlığımıza karşı tehdidine yönelik en güçlü reflekstir. Sezai Karakoç’un Masal şiirinde Doğu’nun yedinci oğlu kendini değiştirip yok edecek olan Batı’ya karşı durduğu yerde gömülüp ölmeyi istemiştir.
 
Yerli olan; ait olduğu coğrafyayı, kültürel özellikleri bilen, tanıyan, eleştirebilen, özgürce varlığını ifade eden bir kimliği temsil ediyor bize göre. “Sürdürülebilir bir geleneği” yaşatmak adına değişmekten korkmak yerliliği tanımlamaz. Aynı ortak süreçlerden geçilmediği halde Batı’dan devşirilmiş özellikle Pozitivizm, Varoluşçuluk gibi düşünce biçimleri taklit bunalımlar, orijinal olmayan üretimler açığa çıkardığından tarihsel varlığını edebi, politik, coğrafi vb alanlarda doğru anlamayı Yerlilik kavramıyla niteleyebiliriz. Genele hâkim olan, “birbirine hızla benzeme” refleksi yerine bütün farklılıklarla “beraber” olarak var olma amacı yerlilik düşüncesini besler.
 
ŞİİRDE EVRENSELLİK VE YENİLİK:
“Şairin kendi biricikliğinden kaynaklanıp bütün insanlara ulaşan bir alanı işaret edemediği zaman şiir, ancak bir edebiyat türü olarak kalabilir.”                          
                                                                                         İsmet Özel
Şiirde yeni olan veya yenilik iddiası taşıyan özellik, şairin geçmişi ve geleceği merkeze alarak “Şimdi”yi tanımlamasıdır. Şimdi, bugün ve tazelenen an. Hayatın dönüşümünü kapsayan şiir yenilik hissi veren şiirdir. Çağının şahidi olmakla çok yakından ilgilidir. Bu şahitlik beraberinde, geleneksel mirasa hâkimiyeti de gerektirir.  Orhan Veli’nin Garip akımı içerisinde verdiği örnekler, Turgut Uyar’ın yazdığı Divan ve daha sonraki 2.Yeni’ye dâhil ettiğimiz şiirleri bu şairlerin gelenek mirasına son derece hâkim oldukları için yenilik iddiasında dikkatleri çektiklerini düşünebiliriz. Şairin peşinde olduğu ve bulduğu “yeni” kendini ve dünyayı ifade etme biçiminde bir hakikat penceresi açar. Şiirin özü ve tekniği şairin bu emeğine hizmet eder. Turgut Uyar’ın vurgusunu yaptığı “acemilik” bu yenilik ve hakikatin peşinde olma gücü ve arzusudur.
 
 
Tevfik Fikret, Fransız şiiriyle tanıştığında özellikle François Coppe’dan etkilenerek yenilik iddiasıyla kendi şiirini yaratmaya koyulmuştu. Cemal Süreya Papirüs’te yazdığı bir yazısında bu etkilenme durumunu Tevfik  Fikret’in şiirde etkisizliğinin sebebi olarak niteler. Süreya’ya göre Baudelaire varken 3. Sınıf bir şairi örnek almak yanlış bir harekettir. Ona göre “iyinin taklidi de iyidir.” Orhan Veli 1937’ye kadar içerikte Baudelaire’den fazlasıyla etkilenmişti. Biçimde de Necip Fazıl etkisini taşıyordu. Daha sonra bu etkilerden sıyrılarak Türk Şiiri’ne adeta darbe girişiminde bulunarak gündelik hayatın küçük anlarını şiire dâhil etmişti. Burada vurgusunu yaptığımız yetkinlik; şiirde yeniliğin kapısını zorlayan, eskiye dair her üretime bir borcu olan yetkinliktir.
Charles Baudelaire
Necip Fazıl
Orhan Veli
Yenilik ve Evrensellik, kısaca “çağının şairi olmak” şairin ifade ettiği fikir ve duyguların yüceliği, ülkesinin sınırlarını aşarak bütün insanlığın ortak malı olmasına imkân verir.  İnsanlığa ait acılar, savaşlar, afetler, aşk, ölüm ve özgürlük gibi temalar tüm insanlığı aynı duygularla sarar. Evrensele ulaşan yeninin kriteri de ancak farklı ve taze bir söyleyiştir.
 
 
 

 

2000’Lİ YILLARIN ŞİİR ORTAMINA 2015’TEN BAKIŞ* / Zeynep ARKAN




*2000'li yılların şiir ortamına dair girizgah yaptığım yazım Dergâh dergisinin 311. sayısında (Ocak/2016) yayımlandı.


2000’li yılların şiirine ve şiir ortamına dair özellikle ilk on yılı esas alarak yapılmış eleştiriler ve yorumlar belki biraz düşündürücü fakat yeterli olmaktan uzaktır. Şiirin içine doğduğu toplum “Milenyum” diye adlandırılan tarihsel gelişmeyi gündelik hayata sıfır etkisiyle yaşarken; dilbilimcilerin ortaya attığı Milenyum kelimesinin doğası gereği çok kısa ömürlü olacağı kehaneti gerçekleşmişti. 2000’li yılları ilk on yıl ve sonrası şeklinde değerlendirecek olursak ilk on yılın son derece hareketli ve şiire dair yaklaşımların zenginliğiyle çevrili olduğunu söyleyebiliriz. Şiire dair her türlü kullanışlı veya kullanışsız kavram çeşitli saflara ayrılarak yerini buldu da denilebilir.
Ortak bir söylemi yeniden üretiyormuş gibi görünen ve üretilen şiirin yanı sıra konvansiyonel ve genel beğeni dayatmalarını içeren şiire “karşı duran” üretimler de bu dönemde açığa çıktı. Yenilik iddiasındaki her girişim gibi, eleştirel yanını güçlü tutmaya çalışan dergiler bu üretimlere hız kattı.

Otoriter perdeden yayılan ve otoriter perdeyi yırtmaya çalışan olmak üzere iki tür refleks öne çıkıyordu 2000’li yılların şiirinde. İlk elden Geleneksel ile Deneysel, etraflıca bakıldığında Lirik, Epik, Deneysel, Görsel şiirin mücadelesi birçok sesin farklı yankılanışı biçiminde döngüye girdi. Hedef güderek bilinçli bir şiirsel çabaya dönüşmesi beklenen manifestolar da bu dönemde çeşitlilik kazandı. Şiirin ölmediğini hissetme imkânı olarak öncelikle dergiler, basılan şiir kitapları, dolaylı olarak yıllıklar ve daha sonra şairin işaret fişeği olan manifestolar sıralanabilir. Şiir, yerine geçmek istediği şeye yaklaştığında şiir olmaktan çıkacağından şairin dikkatli tutumu zihnini açık ve uyanık, şiirini ise diri tutacaktır. Bir “İcadın İcadı” olarak manifestoları gösterdiği itaatsizlik oranında ciddiye alabiliyoruz. Düzen karşısında itaatsizlik, yeni bir düzen önerisi gerektirdiğinde inandırıcılığını kaybeder. Şiir için de geçerli olan, “şiirsel baba” ile “tehditkâr oğul” arasındaki kavganın “Taht” hakkında olup olmadığıdır. Şiirsel gelenek, ortak tecrübenin açtığı alan anlamına da geldiğinden şiirde yenilik bireyin (şairin) tecrübesinin açtığı alan biçiminde ifade edilebilir. Bu yönüyle manifestolar ilgi çekicidir. Şairin tecrübesi (vaadi) kadar adını da yaşatır. Şair manifestosunda şiir ortamının karışık ve karanlık anlarını suiistimal de edebilir, bertaraf da. İhtişam ve Yarar arasındaki kadim savaşın tercih gerektiren acımasızlığında şair ihtişamı manifestosunda, umulan (manifesto sebebiyle umulan) yararı şiirinde açığa çıkarabilir. Bu yüzden manifesto ve şiir arasındaki mesafe yer yer ihtişam ile yarar arasındaki mesafe kadar büyüktür.  


Yeri gelmişken 2003’te Baki Ayhan T. Tarafından Budala dergisinde yayımlanan “Soylu Yenilikçi Şiir”i, Yücel Kayıran’ın “Felsefi Şiir”i (Varlık, 2004), Efe Murad-Cem Kurtuluş’a ait “Madde Akım Manifestosu” (2004), Ahmet Güntan’ın 2005 yılında Kitap-lık dergisinde yayımlanan “Parçalı Ham Manifestosu”, Hayriye Ünal’ın bugüne bir kitap halinde taşıdığı (Eşikteki Özgürlük, Hece yay.) Çok sesli Şiir’i, biraz daha geriye bakınca Mustafa Akar-İsmail Kılıçarslan’ın Koma şiir’ini, İbrahim Tenekeci’nin Minör Şiir’ini, Celal Fedai'nin Neo-Klasik Şiir'ini analım. 1997’de tohumu atılıp günümüze kadar süreç halinde devam eden Neo-Epik  Şiir de bu döneme dahil edilebilir.


Şair şiirini kendi kontrolü dışında gelişen pek çok unsurun etkisi altında yazar. Bu sebeple şiirin ortaya çıktığı tarihsel ve sosyolojik yapıyı gözden kaçırmamak önem arz eder.  Şiirin bir süreç içerisinde sıkışıp kalma durumunu siyasi ve sosyolojik gelişmelerden ayrı değerlendirmemek bu yüzden gereklidir. 2000’li yılların şiire hatta şiirsel bilgiye ulaşma yollarının çokluğu (sezgisel, saymaca, deney…) kanaatimizce nasıl destekleniyorsa, içinde bulunduğumuz dönem itibariyle de bu bilgileri sabit kılma dürtüsü hâkimdir. Bu sabitlik muhakkak ki sınırlayıcıdır. Tereddütlü genç şair için düzenin ihtişamına son vermek imkânsız görünecektir. İşlevsel bulunan yönüyle bu düzen savunulacak ve genç şair için kabul salonunda böylece yer açılmış olacaktır.
 
 
2000 KUŞAĞI NE SÖYLEDİ, NE SÖYLÜYOR?
Şiirde Kuşak meselesi şiir tarihi oyununun hammaddelerinden biridir.  Şairler şiir hakkında konuşurken “kuşak” kelimesi belirleyici olmaz, ekmeği yerken unu hissetmemek gibidir. Kuşak meselesi “Şair”i belli kategorilerde değerlendirebilmeyi kolaylaştırdığı için bahis konusu edilir.
T.S. Eliot her ne kadar şaire 20 yıl süre tanımış olsa da, şairi ilk on yılı içerisinde değerlendirmek ve kategoriye bu şekliyle dahil etmek, ustalık eserini bu on yıllık dilim içerisinde verdiğini kabul etmek yaygın bir kabuldür.  
2000-2010 yıllarından söz etsek de 2000 Kuşağı etkisini 2005 yılında göstermeye başlamıştır. Heves dergisi çatısında bir araya gelmiş şair ve eleştirmenler bu etkide büyük payı olan isimlerdir. Mehmet Öztek ve Ali Özgür Özkarcı yönetiminde Adana merkezli yayımlanan dergi lirik, epik, deneysel, görsel gibi şiirsel türlere kapı açmıştır. Edebiyatın yaygın tanımında kullanılan “duvara kapı çizip sonra o kapıdan içeri girmek” cesaretini kapsayan bir kapı açmak şeklinde de yorumlanabilir.
2000 Kuşağının belirgin özelliği bireysel özellikler taşımalarıdır. Şiirinin sınırlarını kendisi çizmiş olan şairler şiirsel “başarı”nın ilk yolunun kabul edilip onaylanan şiir tarzı olduğu dayatmasını kabul etmemiş görünmektedir. Bu yönüyle 2000 Kuşağı şairleri şiirde bireyselliğin alanını genişlettiler. Bir tavır ne kadar tutkulu görünürse o kadar hoşgörüsüzlük doğuracağı için bireyselliğini tutkuyla sahiplenen isimler bir süre köşesine çekilip susan isimler olacaktır zamanla. Tersi de mümkün.
Mevcut fikir birliğine gösterilen uyum ve uyumsuzluğun belirlediği çeşitli onay mekanizmaları vardır. Şiirde genç şair, şiir yoluyla içine adım atacağı “dünya”ya öncelikle kabul için uyum, şiiri içinse uyumsuzluk göstermek zorunda kalabilir. Genç şair iki farklı ucu temsilen geleneksel ve deneysel şeklinde ayırabileceğimiz bu iki karşıt görüşün çapraz ateşinde deneyselden bahsetmesi gerektiğinde “kendimi yakın bulmasam da…” ifadesini gerekli görür. Geleneksel  şiir yazdığında ise af dileyen bir tavır takınmasını gerektirecek ortamlardan uzak durması sağlanır. Bu ortamlar şiir dergileri dahi olsa. Bir süreç olarak ele alındığında şiirin, şairin karanlık tünele girmesine fırsat vermeyecek bir şiir ortamında olması idealize edilir. Fakat iletişim biçimini de egemen olan belirlediği için ferah, adil bir ortam, sürdürülebilir iyilik ve iyi ilişkiler sadece ideal olarak kalmaktadır.
 
2000’lerden Bugünlere Gelen Etkiler:
-          Şiiriyet (Bu metinde Şiiriyet, Kötü Lirik şeklinde özetlenebilir) hükümranlığı bitmiştir. Şiirin kitsch etkileyiciliği sarsılıp, sahih etkiler önem kazanmıştır. Tarihsel ortaklık, kültürel ortaklık durumunun biraz daha önüne geçmiştir. Bireysel, özgün ve yenilik hissini tazeleyen şairler şiir yazarken birbirlerine konu, biçim, bütünlük vb meselelerde cesaret vermiştir. 2000 Kuşağı Şairinin kendini ve kuşağını geliştirici girişimlere karşı cesur tavrı geçmiş içerisinde fark edilmese de günümüz itibariyle anılmayı hak eder. 
-          Sosyal Medya hükümranlığı olmayan son kuşaktır 2000 Kuşağı şairleri. Editör- Şair, Şair-Şair ilişkilerini belirleyen kıstaslar e-Mail gruplarında, blog’larda hatta daha minimal ölçüde imkanlarla daha yavaş çürümekteydi. Günümüzde bu çürüme her alanda olduğu gibi şiir merkezli iletişimde de çok hızlanmış durumda. Sosyal Medya’nın 2015 şiirine katkısı şahsilik içeren bir fikriyatla çok olumsuzdur. Öfkesini, reddiyesini, vaktini, aşkını, acısını sürekli farklı mecralara aktaran bir şairin şiiri örselenir, ayağı tökezler, hakiki şeyler yapmaya yönelik inancı ve şevki zarar görmüştür. Çünkü sürekli bir “algı”yı beslemektedir.
-          2000’li yıllarda “Kadın Şair” meselesi o kadar çok konuşuldu ki 15 yıl sonraya konuşulacak tek kelime kalmadı. Bu sebeple beş-on yıl öncesine ait söyleşilerde “Kadın Şair Olur mu?” şeklinde kurulmuş kadim soru tedavülden kaldırıldı. Halen bu soruyu sormaya devam edenlerin şiire ve 2000’ler şiirine dair bir bilgiye sahip olmadıkları düşünülebilir.
-          Antolojiler 2000’ler öncesine nispetle daha etkili bir alan oluşturdu. Ortaya çıkan çeşitlilik birçok alanda bölünmeye yol açsa da genel eğilim; seçici şairi, editörü ve okuru mutlu etme amacını başarmış olması.
-          80 Kuşağı’ndan bazı isimlerin (Ahmet Güntan, Osman Konuk, Necmi Zekâ gibi) şiire “şiirsel baba” ihtişamıyla dönüşlerinin, 2000 Kuşağı şairleri ile yani “tehditkâr çocuklar” ile uyum içinde kaldıkları yerden devam etmelerine imkân sağladığı görülmüştür.
-          Manifestolar: “Boşa Çıkmış Manifestolar” adlı bir dosya yapacak kadar boşa çıkmış manifestolar içeriyor olması 2000’ler şiirinin hareketliliğinin ispatıdır. Burası belki de başka bir yazının temel konusudur.
 
 
 
 
 
 
 
 

   

11 Kasım 2015 Çarşamba

TAŞRA BİTKİ ÖRTÜSÜ VE PARSELLER* / Murat ÇELİK Şiiri Üzerine Notlar



Bir ifade biçimi olarak şiiri genişletip, sonsuzlaştırma eylemine götürürken konuyu kapatıp yeni bir bahis açıyor Murat Çelik. Şair şiirinde andığı şeyler ile dışarıda bıraktığı “şey”ler arasındaki bağı kurmamıza yer yer izin veriyor. Bazen de önümüzü kesip sadece çağrışımlarla yetinmemizi istiyor. Böylece Çelik’in şiiri geniş bir alt yapıda zamansız bir zekâya dönüşüyor.

 Murat Çelik’in şiirlerine konu ettiği sorunlar üzerinde bir düşünme sistemi var: anlatarak kurtulmaktan ziyade, anlatarak küçültme. Bu sorunlar karşısında hayıflanma, dramatize etme, arabesk bir yaklaşım söz konusu değil. Şair sesini yükselttiğinde işgal ettiği yer; meselelerin niteliği-niceliğinden uzakta bir yerde şairin farkındalığı üzerine genişliyor. Anlıyor fakat anlamdan zevk almıyor Murat Çelik. Çarpıcı şiir buluşlarını yeniden yapılandırıyor ve hiç de müdahaleci görünmeyen bir edayla yeniden üretiyor.

Taşra Bitki Örtüsü Ve Parseller kitabında Çelik, şiirin bırakacağı etkiyi ses üzerinden kurarak ‘yerel’ temalar ile küresel biçimler ortaya çıkarıyor. Bazen de tersini ispatlıyor. Halk şiiri biçimiyle küresel ve modern sorunlar dile getiriyor. Herkesin yaşadığı yerlere ait edindiği kültürün simgesel anlamları vardır, çoğu umutsuz olsa da insanoğlu bu deneyimlerin taşıyıcısı ve aktarıcısıdır. Bu deneyimler dilin soyutluğu karşısında şiir sayesinde varlık kazanır. Şair ile şiir metni arasında bu deneyimler asılı haldedir. Parça parça, fragmanlar halinde veya deforme edilmiş şekilde hatta üzeri örtülerek kullanılan bu deneyimler dikkatli bir okur için önem arz eden simgesel anlamlar bütünüdür. Okur bu deneyimlere tümüyle müdahil olma şansını elinde bulundurmasa bile şairin elindeki “sanat parçaları”nı elde eder. Murat Çelik de deforme ettiği kelime ve anlamlar ile okuruna izin verdiği ölçüde şiirine sızılmasına imkân sağlıyor. Bu sızma eyleminin mümkün olması için Çelik; okurlarından şiir bilgisi ve görgüsü istiyor görünüyor.

Şiirlerini “bağırarak anlaşan köylüler/bağırarak ölüşen kentliler” için yazmış Murat Çelik. Yolu açık olsun.



*Murat Çelik, Taşra Bitki Örtüsü Ve Parseller, Heterotopya yay., 2015


22 Haziran 2015 Pazartesi

ÇOK GÜZEL İLERLİYOR / Zeynep ARKAN


Çok güzel ilerliyordu kızın kitabı
Okur oturur oturduğu yerde, kitap ilerler çünkü
Bir fincanın altında, tercihen fincanın renginde
Görünmek için bekliyor, keyif verici maddeler listesinde yeri olmalı,
-yüzyılın şifresini kırıyor haz denen bu kelime-

Yazarın raflardaki son kitabı ve kızın kucağında
Birine ellerini uzatmak kadar bile
Yorulmuyor kız, çünkü çok güzel bir ilerleme var
Hızlı ve heyecanlı; kızın sevdiği ne varsa
Başparmağıyla mesajlar yazmak istedi yazara
“İlerleme konusunda kitabınız çok güzel,
Kitabınızı çok beğendim çünkü ilerliyor”

Dizlerine kadar kışa batmalar çok güzel
Kız otobüste bunu hissediyor, pencerenin buharı
Yan koltuktan gelen sigaraya banmış palto kokusu
Yüzünü cama döndürse de güzel ilerliyor kitabı
Camdan bakınca iki Suriyeli kadın, beş çocuk
Otobüse doğru ilerliyor içi sıkıldı
Her akşamüstü savaşın tanıkları sokağı dolduruyor
Eve kaçmanın daha hızlı bir yolu olmalı.

Eve varınca kahve için su ısıtacak
Çünkü kitap çok güzel ilerliyor
Yeni alınmış kırmızı çorapları yatağa bırakacak
Yatağın kütüphaneye en yakın köşesinden objektife bakacak
Camdaki orkideyi kadraja sığdırmalı
Kitabın ilerlemesini hiç kimse durduramaz
Çünkü aşk ve ihtiras beklediğinden çok fazla
Kitap ağlatıyor bir yandan, ama az
Kendine ait bir kahraman yaşıyor bu kitapta
Paralı ve yakışıklı, kızı da çok seviyor
Kıza mücevher alıyor, aşk hızla ilerliyor
Çılgın bir âşık, kitabı kapatınca buna inanıyor
Kızın acısız yüzünde kan kırmızısı bir heyecan
Erkek kızı öpecek, kitap çok güzel ilerliyor.

Kahvenin suyu kaynadı, fotoğraf için her şey hazır
Dünya, düşünmemek üzerine çok güzel ilerliyor.